30 Aralık 2008 Salı

yeni

her yerde bir yeni yıl fırsatı dönüyo ya bizde takip eder olduk. bu arada dün büyük gürültüler eşliğinde istanbul il sınırları içinde başlayan kar 'fırtınası' en azından anadolu yakası için kendini günlük güneşlik ve soğuk(emin değilim dışarı çıkmadım) bir havaya teslim etmiş durumda. en son çok küçükken iyi kar yağdığını hatırlıyorum bi. biz o zaman annanemlere gidiyoduk çok sık. onlarda göztepedeydiler. ha ama göztepedeki en asgari düzeydeki binadalardı kendileri. ve hatta onca yeni site ve binanın arasında hala kendini muhafaza etmekte göztepe köprsününden yukarı devam ediosunuz oralarda bi yerdeydi. gidin bakın. sonra haliyle taşındılar tabi. su taşıma sistemli bi yerdi en kötü yanıda oydu zaten. sonra yakına geldiler biz her yılbaşı yaptığımız büyük ziyaretlerine devam ettik. geniş aile geleneği var normal olarak. sabah babane akşam annane böyle gider oldu. benim için çocukluk yılbaşılarının ve hatta ilk gençlik yıllarının yılbaşı akşamları tv' de zap yap kuruyemiş+tombaladan öteye gitmez. işin ilginci ben bu durumdanda memnunum. yıllar önce non serviam'da dalga amaçlı ufak hayatlar ufak mutluluklar filan yazmışlardı onu hedef koydum kendime ufak şeylerden çok yol alabiliyorum. mesela sakladığım gameshowlardan birinde şeyi gördüm geçen river raid oynamanın ihtişamı. hani herkes kız peşinde kariyer peşinde biz river raid oynuoduk.. diye devam eden bi yazı. ben hayatımı tam ona göre şekillendirdim işte. ha çok mu başarılı oldum. sanmıyorum. bazen okduğum şeylerden ufak ayrıntıları seçip hayatın anlamı yapıyorum farkına varmadan. farkına vardığımda da baya zaman geçmiş oluyo. gerçi arasıra durup düşünmüyo değilim. şimdi ki ben bi şekilde geri dönse o kendi kendine odalar arası kovboyculuk oynayan çocuğu görse ne der ne nasihat eder diye. ama sanırım diyceğim bişey yok. hayalgücü mucizevidir. dünyadaki tek ilahi kudrettir ve hatta. yılbaşında kar yağmasını hatırlamak gibidir. hiç yağmadığını bilerek(en azından hatıralar dahilinde). son veremedim yazıya buda böyle olsun.

26 Aralık 2008 Cuma

kendi kendine konuşan bloger kişisi part 2.0

voçırs diye bişey koydum oraya. hani bak ismide deiştirdim. türkçe okunaklı inglizce filan dokunaklı olur diye hani. ilk izleyen siz olun da yazmış blogger. hani sanki çukulata vercek. ya da bana yararı nedir bilemedim onuda hani kimse izlemese mesela o hep orda dursa nolcak. 'a lan herife bak o kadar bok yazmışki kimse sallamıo' mu olcak mesela. ya da bu şey gibi diil mi last.fm programı indirip lan iki damar dinliyim diyip programcağızı kapatmak gibi. hani sanki orda en popüler profil bende tüm dünya beni izlio. acaba voçırsa arkaplan filan mı yapsam lan. böle hani ok mok zaten sayfayıda beyaza boyadık dikkat çeker belki öyle. son zamanlarda iyce yalnızım be blogger valla bak. gündelik ziyaretçi sayım çok düşük mesela. evden çıkmaz oldum sürekli f5'e basıorum. arada bir arttımı bayram yapıyorum. ev, aile, çoluk çocuk hepsi benden kesti ümidi. aranızda voç ıyım bunu diyen varsa beri gelsin. severim kendisni. ama belli etmem. soğuk bi yapım var. ama sürekli gülerim. çok iyiyimdir. enseme vurup lokmamı yiyebilirsiniz. yerse.

24 Aralık 2008 Çarşamba

erör

arada erör veririm
sonra kendi çapımda terör estiririm
üstüne bol demli çay içerim
bana mısın(*) demez


*bkz.öncekikayıtlar

masa-büstü




mellöm beni mimlemiş boş dururmuyum durmam. genelde arkaplanda klasik xp manzara resmi var ama hani dedim buraya koycam ya şindi arkaya bi hellsing çakıveriyim. derken kediyi buldum. lakin masaüstü bundan ibarettir arkaplanı dilediğiniz gibi hayal edebilirsiniz.

23 Aralık 2008 Salı

öyle böyle bişeyler

karşının ne trafiği çekilir ne çilesi
ben zaten daha bu yakayı zor ezberlemişken
orda iki adım yürüyorum semt değişti diyolar.
daha işin içinden çıkabilmiş değilim.
ha bi kaç hat öğrendim arada o iyi oldu
ortaköy geceleri bostancı gibi oluyo mesela yada bana öyle geliyo bilmiyorum
geçen beşiktaş vapurunda olmıcak iki insanı gördüm mesela
yol hikayeleri oluşturabilsem böyle süper olur gibimede gelmiyo diil
ama genelde işte rutin geçer ya yolculuklar
sabah otobüse binersin aynı insanlar akşam dönüşte otobüste aynı amca, teyze, abla, potansiyel kız arkadaşlar ve onlardan biraz sonra otobüse binip yanına gelen potansiyel muhafızlar
bol metro otobüs vapur trafikli günler hoşgeldin demek lazım heralde
alışıcaz zamanla.
bide yakın otursak bişeylere ne güzel olcak.
kısmetse olcak
olcak olcak
pozitif bakıp polyanacılık oynuorum son zamanlarda acaip
zaten hayatla da pek derdim yok aslında
benim derdim kendimle.

ps: kısa kısa şeyler ekliyim diorum. hani blog yazıları diskografi gibi. bi grup keşfediosun 10000 tane albüm çıkarmış hani bulsan hepsini bütün şarkıları dinlesen, ezberlesen filan bi ömür geçer. kısa ve öz olcak o yüzden. şindi ben girsem bu bloga mesela 2007 zor okurum öylede tembelim. uzun ve çok yazanlara saygım sonsuz. üretim mantığımı beklemeye aldım zaten şimdilik.

18 Aralık 2008 Perşembe

otur 0!

yapıcak işler çıktı ya
kaçmam lazım benim herşeyden
ondan bundan şundan
kendime yaşam alanı oluşturmam lazım mesela
hiç sabahlara kadar oturmayı sevmedim
en geç 4 te yatmam hissiyatıyla yaşadım ben
ya da ne biliyim en kötü işte sabah ezanı okunurken filan
ama şimdi benim sabaha kadar oturmam lazım
binlerce film izliyip acaip şekilde müzik yapmam lazım
niye peki ? tüm bunlar ?
götüm sıkıştıda ondan
hani ertesi gün sınav filan olunca dersin ya kendine
ne güzel olurdu şindi boş boş bişiler yapmak
hah aynen o durumdayım işte ben. bide farkettim ki etiketlenmişim ben çoktan mesela. o etiketide kaldırmak zor. hamallık yapsam etsem filan yine kalkmıycak o etiket tepemden. ha mutlumuyum olabildiğince. ama işte ne biliyim. geri sarsak ya herşeyi ben ortaokulu yeni bitirmiş filan olsamda liseye gidicek olsam. sanırım o nerde ben orda olurdum. hem o korkunç telefon görüşmeside olmamış olurdu. herşey farklı seyrederdi belki. saçma sapan bi kısım şahsiyetlerdende kurtulurdum mesela hiç tanımazdım. ama hani kelebek etkisi tam terside etki edebilirdi tabi. diyceğim o ki bir garip hallerde halim. hemde ne garip. sevinsem mi üzülsem mi üzülsem mi sevinsem mi bilemedim.

15 Aralık 2008 Pazartesi

tasarlanmış bir yalnızlıktı bizimkisi
ilahi adalet ve kudretle
sonra kelepçelerimiz var diye hayıflandık
ama onlarda ilahiydi.
ellerimiz, ebediyetin yanında kimdi ki ?
her kurtarışta birbirimizi
kaybolduk sonsuzlukta
açıktı kapısı gökyüzünün
kilidi yerinden edilmiş.
toprakta aradık izini.
ama kilit bizdik
sen ben ve öteki.
kapatarak gökyüzünün kudretini
zincirleri ilahlığında erittik
tasarlanmış yalnızlığımız
körlüğümüzdü aslında;
geçte olsa farkettik

hm

dünyada gezip görülcek çok yer var diyolar ya hani
yalan o. ben gezdim yok.
ha bizim sokağın köşesinden dönmüşsün ha ingilterenin bilmemne caddesinin köşesinden. bizim camdan dışarı baksanda aynı eyfelin tepesinden baksanda aynı. ha kentleşme çarpık orası ayrı. ama aynı yani renkler, binalar, filan. insanlarda aynı ten rengi, kelime haznesi, kültür mültür diye neremiz farklı. idda ediyim mi bende şimdi kültür aslında bi milletin diğer millete üstünlük taslama hadisesidir diye. etmiycem tabi. ne haddime
yıllar yılı portakallı ördek ne lan ? diye sorup durmuş bi insanım ben. yıllar sonra otelin birine gideblidlkte orda yedim. bişeyede benzemiomuş. çok abartmışlar durumu. ha ben bide gençken yedim bunu. daha o ne diye düşünen binlerce milyonlarca insna vardır dışarda. neremiz farklı ?
ıstakoz yemedim mesela ben hala.
her konuşmam yemeğe çıkıyo. bakalım nolcak bunun sonu.

13 Aralık 2008 Cumartesi

kendi kendine yorum yapan bloger kişisi bölüm:1

o başlık oraya olmadı galiba.. marjin pedink veriorum olmuo lan. acaba biraz daha mı deişik renk kullansaydım. şuraı düzenlicem diye evden çıkmadım çıkyım dimi evet evet çıkayım. geçen gün yazdığım yazıda pek olmadı onuda mı taslak yapsam. neyse koy götüne nasıl olsa gören yok. ilk yazılarda bok gibi olmuş zaten toplasan arada bi iki güzel var. lan niye kimse beni takip etmiyo. yok lan ne takip etcekler karizması var böyle bozma. masayıda toplama vakti gelmişte geçiyo. akşam film izlesem mi hmm. izlerim belki olabilir bak.

12 Aralık 2008 Cuma

bi adın yok mu

en son ne zaman konuştun benimle ?
uzun yıllar önce..
ne oldu şimdi ?
yalnız mı kaldın
hayallerinle ?
ama korkma burdayım
gidemem çünkü senin kafandayım.

(less'den gelsin efendim)

üç3

şimdi aslında çok büyük bi problemim var benim. o lise, hiper lise çağlarında meslek olma dolayısı ile üniversite hayallerini filan atmıştık zatende yine iki sene filan bişeyler okudum ha ne okul okuldu ne ben okulun farkına varabildim ama. sorun şu ki 2+1 (o bir dinlenme oluyo toptan) sene sonra liseden açıköretime girdim ben. ama girdiğimden beri diken üstündeyim. adamlar iki sene kalanı askerlikten muaf tutmuyo tammı. buda yaklaşık 3 senedir her aralık sonu civarı beni sinir krizine sokan, eyvah geç kaldım dedirten yerine göre heycanlandıran olaylardan biri(diğeri yıl dönümü acaip yaşlandığımı hissediorum lan! önceden kafelere filan girince çokca yaşıt görür o hepimiz burdayız işte ortam bura(!) de...mezdim de hadi demiş olıyım; şimdi girince herkes benden küçük geliyo acaip bişeymiş.) neyse efendim şindi ben hallice 3. senye kadar gelip hemde iki seneliği bitirdikten sonra açıköretime tekrar 1'den başlamış bir insan olarak büyük rekordur bu; 3. senede tökezlemiş bi insan olarak diyorumki bu kış çok çetin geçicek. ha ben hazırlandım mı? hazırlanmadım. kışlaya gidip gelen her bir insan okulu bitir öyle git diyo etraftakilerde diyo. ama benim ebedi tembelliğime kim karşı durcak hiç bi fikrim yok. bide şu var mesela 3 ay önce derse başlasam hiç bişey kalmıcak gibi geliyo bana. öss ye bile son bi haftada hazırlanmıştım ben. hızlandırılmış eğtim konusunda dahi sayılırım. zaten sonuç ortada. aslında baktığımız zaman 3 ders hani koca seneye çok az ama bana öyle fazla geliyo ki. burdan aynı duyguları taşıyan arkadaşlara sesleniorum benim gibi olmaıyn. 20 lerin ortasına gelipte tüm gün ev derdi bilgsayar oyununda onu bunu nasıl geçicem olmasın yani. ayıp bi kere. otur ders çalış adam. bak şimdi aklıma geldi 'çalış adam' diye film çeksem ben. ada diye bi kız olsa işte bi adama aşık olsa adamda okulun ineği olsa kızda piç olsa. sonra adama yakınlaşabilmek için oturup ders filan çalışsa. ne harkülade konu oldu bu ya. seneye yaz ramazan bayramında ben bunu sokıyım sinemaya. acaip para kaldırırım. oyuncu seçmeleride yaparız yakında. haber veririrm.

8 Aralık 2008 Pazartesi

1234

bayramlarda erken kalkma sendromu
'bugün bayram erken kalkın çocuklar' sesleri,
elini öpmek ve öpmemek gereken akrabalar,
ilk gençlik kurbana karşı ayak sesleri,
sonra kabullenme
etli yemek hayalleri
ailecek çekilen fotoraflar
fotoraf albümleri
bilimum tatlı ve şerbetleri
kapıya ramazandan kaçıp gelen davulcular
çocuklar
basılan ama sahibi olmayan ziller
bayram harçlıkları
çay ve kahve falları
kapı önü ayakkabı sıraları
kiminin dini bayram diye bokunu çıkarması
kiminin çıkarmaması
kesilen hayvanları izleyen yaşı 10'a erişmemiş çocuklar
kesilen hayvanları masaya hazırlayan yaşı 10'u katlamış büyükler
otoyola koşan kurbanlık sesleri
bayram özel tv ve filmleri
öyle bişey işte. kutlu olsun madem hepinize.

5 Aralık 2008 Cuma

birki

bizde sofra adabı vardır lan!
sofraya oturupta sofra sahibine bok atanı camdan atarlar
prim yapan herşey camdan atmalık zaten
şu hayatta
alaturka
bonibon
fıstık

3 Aralık 2008 Çarşamba

bana mısın ?

bir banka öğleden sonrasından daha hepinize selamlar;
bugün şahsi nazarımda bir ilk gerçekleştirdim. hemde ne ilk. bankayla ilgili işlem yaparkene gerekli olan ev numarası yerine sırasıyla annemin numarasını, kendi eski cep numaramı verdim. sonunda cep telefonu imdada koştuda toparladım. sonra bi heycan sardı aman diyim. ter mi dersin titrememi dersin ufak çaplı şok geçirdim. ama sebebini biliyorum. içersi havasızdı ondan. yoksa banamısın demez...
bende böyle çıkarımlar yapmışım ya..
hadi bakalım
hayırlısı

dört s

dünya ikiye ayrılmıştır. daha doğrusu ayırmışlardır. kimileri basit insan kılıfına koymamak için kendini 'yaşamın dahileri' ni ilan eder. geri kalanlar kaybetmiş, kaybedilmiş, bezgin ve sessizdirler. intikam alınıcaksa onlardan alınmalıdır. çünkü bu sıradan rol yapma oyununda onları yargılıyacak olan üst makamlarda yerini almıştır ya da alma sevdalısıdır. paylaşımların kaybedişide tam onun beyninden geçen sözcüklerde başlar. aynı güneşi paylaşmamak gibi daha ufak bi çocukken*. ama bir gerçek var edebiyat, şarkılar, şiirler, sözcükler makam sevdalılarına yazılmaz bu hayatta. yazılsa da onların haberi olmaz. geride kalan düşkün bırakmıştır hepsini hayata. sonuç 2. sınıf karakterler 1.sınıf karakterlerin peşinde ya da o şekilde rol yapanların içinde büyümeye ölmeye merak salarlar. kendini en başta oraya oturtmuştur çünkü. dünyanın kaymağını yiycek kesim kendisi değildir. o - her ne kadar doğru ya da yanlış olsa da- tüm yükü omuzlarına alacaktır. taşıycaktır taki o omuzlardan geri hiç birşey kalmayana kadar. sonra ölümü, evet ölümü unutulmaz olsun ister. o kadar cefanın acı birer hatırası gibi. hani o sözcükler döktüğü, şarkılar söylediği, beyninde yer açmaya çalıştığı, nice yükleri taşıdığı en azından ölünce farketsin diye onu. sanatı besleyen en büyük şey de ölümdür kendi adına. cesur sözcüklerin arkasına saklanır sonra. şu da bir gerçek ki tüm bu telaş, korku ve acıma farkında olmasa da yada fark edilmese bile 'makam sahibi'nden çok daha üstün bir yere taşır onu. ama ya farkettiğinden bundan kaçamaz ya da farkettiği için bırakamaz. geride kalanlar birbirlerini anlarlar ama içten içe öndekilerin yansımalarını aradıklarından olsa gerek mutlu olamazlar. temel prensipler bunun üstünde yükselir. aşktan dostluklara kadar. bir taraf ya çok aşık olur ya da çok kendini feda edici. diğeri birinci rolüne kaptırır kendini sonra geridekine dönüp bakmayı kendine yediremez. bir kısmı ise kendilerine başka birinciler arar. aradıkça acı çeker yas biriktirir. büyüten odur çünkü içindekini.
oysa aldanması omuzlarındaki yük, büyüdüğü zaman kadardır.

29 Kasım 2008 Cumartesi

kötü ve iyi kolestrol düzeysizlikleri tadında yaşıyorum
ne bir ilişki ne de dişeti ağrısı var hayatımda.

26 Kasım 2008 Çarşamba

tab

çoklu konuşmalara girmiorum ne zamandır bunu farkettim şimdi sitede bi sikrinşata bakınca. zaten girsemde konuşmuyodum. sıkılıp kaçıyodum iyi oldu.

dünya

dünyanın en sıkıcı
insanından sevgilerle
günaydın dünya.
ve sanada merhaba.
bunu zarf içinde yollıcaktım
sonra düşündüm boşuna gitcek kağıt
bende yazıya dökmeye karar verdim
zarftan daha hayırlı netice itibariyle
zaten açtığında uçup gidicekti sözcüklerim
okuyabilesin diye dünya
oku diyemem ama sana
.

25 Kasım 2008 Salı

adamı edım diye okurum ada'm diye değil.

popüler kültür ne menem bişeydir. seneler önce unutulanı nostalji yaptık bak diye bi güzel yedirir. satın alınır sattırılır. sorun metanın ne olduğundan çok aslında kim olduğunda.

24 Kasım 2008 Pazartesi

gün bugün

sabahın köründe diil ama gözlerimin köründe kalktım işe gittim filan. acaip bi hava öncelikle tekim sanıodum sonra yanılmışım. arada film filan baktık. neyse sonra çıktım ben kadıköye gittim. trenle gittim özellikle zaman geçsin diye. oturmayı filan sevmiyorum ben toplu taşıma araçlarında özellikle. dayadım sırtımı kapının köşesine. tam karşı koltukta bir kız oturuyodu. bende gözlerini camdan izledim ne tarafa bakıcak acaba diye sonra çok yaratıcı bir zekilikle camdan yansıyan gözleri bana döndüğünde bende baktım böle. sonra tren durdu. indik. o vapura gitti ben rıhtımdan modaya. havada souktu esasen. kilisenin hani şu akmarın arkasokağından ilerledim sonra gümüşçülerin sokağından yukarı doğru çıktım çıkmadan önce tanıdık bi yüz gördüm gibi geldi hatta karşılıkta verdi ama ne o ne ben çıkardık yada öylesine bi tesadüftü. neyse efendim yavaş yavaş moda yürüyüşüne çıktım sahile inen yokuşa gelince sıtarbaksın yanından döndüm inmiyim sahile dedim hava kararmış filan bi başıma askjad bide souktur. bende gittim sahile uzun uzun bakan banklara oturdum kulağımda kulaklık filan tam arkadaki kedilere pisipisi diycekkene aşağıya inen merdivenlerden bi hav sesi geldi baktım bi köpek gelio tamm dedim hayvanın yasal alanına girdik huylanmasın ben gidiyim kalktım ayağa kadıköy yoluna sapıodum ki bu baktım yanıma geldi bende elimi uzatım gel mel başını okşıyım dedim hayvan aniden uzaklaştı uu ladı filan dedim nolurouz. sonra bu ayrıldı kendinden kaçan bi kedinin peşine takıldı. bende döndüm tekrar aynı mevziden moda mesleğin ordan giderken birden yandan baktım bi adam el mel sallıo. kafamı çevirdim özgürmüş ne arıosun burda dedi
bende sen ne arıyosun diyerek kafasını karıştırmaya çalıştım. ama sanırım karışmadı. ne işin var dedi bende geldim geziorum filan dedim ne kadar burdasın dedi 1 saat sonra ararım seni dedi. korkunç bişi keşfettim bendeki özgürün numarası silinmiş türkselim iptal olduğu ara. neyse bende sütunlu yoldan(oraya öle diorum) aşağı doğru yürümeye başladım. karnım acıkmayada başlamıştı. baya bi yürüdüm gittim bi piskopat attım sonra çıktım. eve neyle dönsem diye düşünürken yolda gördüğüm cesur yeni dünya 9.90 yazan yer geldi aklıma. ama ölesine bakmıştım hangi sokaktı lan ? diye baya bi dolandım. sonra gittim aldım kitabı. poşet veriyim mi dedi adam ver dedim. poşetin üstündede İnsan Okur yazıo. lan dedim şindi herhangi biri dönüp diyebilir biz insan diilmiyiz lan diye. sonra düşündüm bende çok okumuorum bende diilmişim abi derim yırtarız dedim. bide yolda öyle elimde slogan saçan bişeyle yürümek kasıo beni mesela tişörtte let's fuck yazsa olmaz yani ama let's think yazsa hiç olmaz. ikiside ben bişeyim deme çabasında halbüki ben kafe yada öle bi yere gidiyim hemen köşeye çekilirim ortada filan oturmam öyle. oturanlara saygım sonsuz. 50 ler diye bişey salladık oraya şimdi savunmak lazım. 50 lerde öyleydi pirim.
neyse efendim sonra bindim otobüse yarı uyur yarı uyanık geldim eve. şimdi oturorum hatta yazcak bişey kalmadı. buda böle bi yazı oldu.
okuyup okutunuz.
bide dün acaip güzeldi. bunuda belirtiyim dedim.
stop.

22 Kasım 2008 Cumartesi

world behind these walls


valla uzun zamandır şöyle dinledikçe dinleyesim gelen bir parça bulamamıştım müzikal diyarlarda. - bu arada ersin karabulutun yazısını okuyunca böle büyük anlamlı sözcükleri dizmeceler yazmakta anlamsız geldi - neyse efendim geçen günlerde baya bi habersiz dolanırken bir dreamtone napmış neetmiş bakıyım dedim. uzun süredir progresif bişey dinlediğimde yok. ordan gözüme çarptı neverland. 2-3 gündür başka bişey dinlemiyorum ki aradığım potansiyel şarkıyıda bulmuş sayılırım: world behind these walls. fütursuzca dinleyin dinletin efendim. duyduğumdan beri en az otuz kez başa sarmışımdır(kaset mi bu başa sarıosun dimi). yalnız şuda var bi şeyi beğendiysem izlemekten sıkılmayan bi insanım ya da dinlemekten. hani yeter artık kısmı varya o hiç gelmiyor. bide bağlandıysam tamamdır. neverlandle aramızda böyle bir bağ var şimdilik. hani yorumlamaya geçipte albümün örgüsünü(kazak mı bu örüyosun) açığa çıkarıcakmışım gibi oldu dimi? ama yapmıycam öle bişey saygım sonsuz gençliğimin albüm kritiği yazarlarına.

20 Kasım 2008 Perşembe

afiyetteyiz

"kuşku kumpir gibidir
sade halini tuzlarsın öylesine yenir. sonra birileri çıkıp ilaveler yaparlar içersine tanesi 5 kuruşa. tadını beğendikçe daha bi iştah açar insanda."

korkarım yemek üstüne bi blog yazsam daha çok eğlencem. hayır kendi şifrelerimden vs. vs. biliyorum bu ne lan. - bilimum yemek ismi deneyebilirsiniz-
o diilde dün acaip yemek yedik mesela diye başlasam böyle. emine beder taklidi yapsam. aslında köfteyi şöle şöle yapmak lazım filan diye. hayır iş oraya doğru gidiyo. bide üşengeçliğim olmasa kalkıp yemekte yapcam ama. zaten koltuktan kaldırdığım yok kaba etimi. zaten geçen baktım 1 2 kilo atmış eyvah diyip rejime başladım .. mı başlamadım tabi ne işim olur rejimle. şimdi buraya bi ...(editörün notu) yada o ne demekse artık öle bişey yazıyım kızlar göbekli erkeklerden hoşlanır evet. uzun süredirde benden hoşlanan çıkmadığına göre hoşlanma fasilitesi önündeki tek engel benim göbeğimin sadece 4 parmak önde gitmesinden öne gelmekte. çözüm bira da mı yağda mı bunu görücez. lakin biraya karşı olan kronik duyarlılığım bunun önüne geçmekte..

neyse hepinize afiyet olsun

(editörün notu 2: yazar iş bu yazılımdan sonra haliyle girdiği ölçümlerde kolestrol sorunlu çıkmıştır)(metafizikçi arkadaşlara duyrulur irdeleyip bu alanda iktisaslarına güzel örneklemeler ekleyebilir; bilimum sohbet ortamlarında "öle ama aslında gerçekten inanırsan' la başlayan cümleleri inanarak sarfedeblirler)(ha bende ediorum arada ama olsun)

10 Kasım 2008 Pazartesi

kur

biz zamanında 100 kuruşluk gazetelerde acaip şeyler keşfederdik. gizemide vardı.
sonra internet çıktı. mert bozuldu. gizemle kaçtı yok oldu.

28 Ekim 2008 Salı

siz yokken

siz yokken ben
kendimi gökdelenin tepesinden aşağıya bıraktım.
uçarken kollarımı açtım
geçmişide topladım.
şimdi kafamda 10 yüz bin baloncuk
sorunları
beton zemine doğru yol almaktayım.
bide siz yokken ben
aşık oldum
adını bile bilmediğim birine
kadıköy pendik otobüslerinin o gece tenhalığı içinde
gözleri gözlerime bir kez değmiş birine.
siz yokken kıskandım ben
çok kıskandım
yeni yeni sayfalarda aldattım.
sonra yediğim yemeğin içtiğim suyun tadı kalmadı.
boğazımda ağlamadan önceki o düğüm
yatılı bir hal aldı.
siz yokken ben
yeni insanlar tanıdım
sonra gereksiz çıkarımlar yaptım
bağlantılar saptadım.
sonuçta aynı noktaya vardım.
siz yokken ben
şapkamı önüme koydum önce
içinden tavşanlar çıkardı eskiden
hani bi şarkıda söylediği gibi
tavşanları bulamadım.
siz yokken ben
yine
hastalıklardan döndüm.
geceleri konuşcak kimsem yoktu yüzde elli
şimdi hiç yok bulabilcek teselli.
siz yokken ben
kelimelerde cambazlık yaptım.
yaptım da neye yaradı ?
beton zemine yol alırken bunu hatırladım.
siz yokken ben
kartondan hayaller yaptım
çatısının altında
yağmurdan sığındım.
siz yokken ben
korktum
ürktüm
ama ağlamadım.
ağlasaydım boğulucağımı anladım.
siz yokken ben
elim gitti telefona bi iki kez
sonra baktım şov mast go on dedi tanrı
ben yerimde sayıyordum
ama şov devam ediyordu.
tanrı beni unutmuştu belki.
belki size yol çiziyordu
sözlerimi geri aldım
tanrıya inandım
yalnızlığa
çakıldım.

17 Ekim 2008 Cuma

okur yazar

90.(!) yazımı siz değerli okuycularıma ithaf ediyorum.

sizlere bir konuşma hazırladım izninizle;

"
-






-saolun."

distorsiyon

ey kötülüklerin, gücün ve ahlakın koruycusu.
tapındığın putların altında ezerken seni. heykellerin tutmayan kollarından yenbir öngörü işliyorum bilinçlere. mutlak suretle zamanın üç çıkmazından geçen altın sarısı saçlı zihin. ve zihnin kıvrımlarında yaşayan yeni tenin. toprağın örtüsü.

*

minyatür masturbasyon

giriş.
bu teatral portremi çizerken ;
çoğu kişinin görmeyeceğini biliyorum.
gelişme.
ama kralın kıyafetleri sadece akıllılara gözükür.
sonuç.
ve ben iç çamaşırlarımı giymeden aklımı kullanacak değilim !

15 Ekim 2008 Çarşamba

soru işareti

sırtı dönük bana
enlem ve paralellerin
dört işlemden bile beni en çok seven
çıkarma ve bölmeyken
sınıf belirleme sınavlarına
ne anlamı var isyan etmenin ?

.lesişik

bi yazı yazdım
sonra sildim sonra yine yazdım
anlatmanın anlamsızlığı geldi sonra aklıma
çünkü anlatsaydım şu aşağıdaki kısmı gibi olucaktı sildiğim yazının
yine kocaman heykeller gözlerimi karartacaktı.
tercih meselesi herşey
ben dışında kaldım, kaldırıldım
orda bırakıldım. sonra orda olduğuma kendimde inandım.
hayatımız kalem kutularımıza benziyo bence
ben hep karalardım. içini düzenlerken bile
kalemlerin kendine ait yerlerini hazırlardım.
bundan zevk alırdım örneğin
ama hep dikkat çekmeycek kadar yırtılmış, dağınık, kirli kaldı kalem kutularım.





" ....ama ben saygı duydukça o kadar çok, o kadar büyük heykeller geldi ki yamacıma. kendi heykelimi yerleştirecek bi aralık bulamadım etrafta. "

9 Ekim 2008 Perşembe

anlam

bana uzaklığın en yakın atar damarım kadardı
kazadan sağ kurtulsaydım ayrılığımız anlamlıydı.

altın kafes

'sahiplenmek' som altından kafes gibidir,
kafesin içinde bir bülbül hep senindir.
ama bülbül için sen sadece kafesin bekçisisindir.
özgür olmak ister o.
ve sen sevdiğini sanarken onu kendindenle birlikte
hapsedersin som altından kafese.
bir tutsak için ise;
kendi kafesini hazırlayan sahiple
aynı hapiste kalmak
sebeptir cinayet fiiline.

8 Ekim 2008 Çarşamba

na-pratik

teoride seviyorum seni,
hani öğrenmek gibi bi teoremi,
insanları, insancıkları
bademi ve leblebiyi
tatmadan mesela tadını bilmek gibi.
insanların özgür olduğunu bilmek gibi
kuşlar gibi ..
sınırların sınırsızlıklar olduğunu bilmek;
tüm o karanlık geçen günlerin
sebebinin kendin olduğunu bilmek gibi.
yalnızlığı kendine yormak gibi,
dünyanın bozuk düzenini
ve çözümlerini,
kayıp düşlerin kaybolma nedenlerini
fedakarlıkların, zayıflıkların, bezginliklerin
sebebini bildiğim gibi.
düştüğüm yerden
kendi ellerimle kurtulacağımı bildiğim gibi.
hayvanın ve doğanın bir olduğunu bildiğim gibi.
en kötü anında yanında olduğum gibi.
tüm emeğim sen olduğu gibi

teoride seviyorum seni.

6 Ekim 2008 Pazartesi

öylesine

kendi kendine kalmayı ister ya insan bazen . hah ben tam o noktayı çok kurcalamışım sanırım. önceden evden çıkmaz 10 kaplan gücünde oyun oynar, şarkı türkü sölerdim. odayı ve dolayısı ile apartmanı inletirdim. çokda eğlenceli gelirdi. şimdi bi hafta evde kalmak işkence gibi geliyo işin kötüsü bu öle bişey ki moralimi bozuyo ama dışarı çıkma isteğimde azalıyo. yarın mesela bi yerlere gitmem gerek ama zerre istek yok. önceden tek başıma oraya buraya giderdim. hızlı mesafe kat ettğimden olsa gerek evede erken dönerdim. ama hiç o eve erken dönmeleri yapasım yok evden çıkasımda yok ama çıksam dönmek istemiycem. dönücem. böyle garip bi ruh hali içindeyim. bayramdan olsa gerek. çok bozdu beni. halbüki iyiydim hersabah 17 akşam 133 kulağımda kulaklık insan inceliyodum ne güzel. hafta ortası gelse belki kurtulurum şu halden ama kesin bişey var yarın berbat geçicek. ya da ben çok abartıyorum.

.

kontrolsüz, pis zemin.
iki yüzlü gülümsemeler dudaklarda
aşağlık kahkahalardan yeni çocuklar doğuruyor
büyüdükçe aynı gülümsemeler dudaklarda
dönüp başa saran bir film gibi
tazeliğini bile yitirmiş çoktan
kirli gülümsemelerden dünya
tekrar doğuyor
yarını olmayan umutlara.

3 Ekim 2008 Cuma

triloji

birinci paragraf..

insanlar kaçacak yer arıyorlardı. rüzgar eserken aralarında. tüm o yağmur çamurda. kaçıcak yer arıyorlardı birbirlerinden çok uzaklara. zaman yağmur damlalarında dökülüyordu toğrağa. insanlar kaçıcak yer arıyorlardı. mesafeler vardı umutla aralarında. ıslanmış, kimisi beyaz,siyah, gri tüm insanlar kaçıyorlardı. kendilerinden, seslerinden, hikayelerinden. tüm bu kargaşa arasında sadece ufak yüzler seçiliyordu. elleri kenetli. insan selinin ortasında oldukça durağan ve güçlü. ifadesiz duruyorlardı. umut yitmişti. umut soluktu. insanlar farketmeyecek kadar korkaktı. insanlar kaçıyorlardı. yağmur şiddetlenirken iyice selden geriye ufak soluk yüzler kaldı.

ikinci paragraf..

gün doğdu. tüm o kasvetli ve durgun geçen günlerden, aralıksız yağan yağmurdan sonra gün doğdu. pencereyi araladı yavaşça. odaya dolarken ıslak toğrağın kokusu yavaşça yudumladı kahvesini. içerden çocukların sesi geliyordu. aldırmadı. kendine kalan gerçeklik sadece penceresinden görünen yol ve gökyüzüne uzanan dağın dik yamaçlarıydı. ne zamandır bu halde olduğunu bilmiyordu aslında. evlenmek gençlik rüyalarını süslemişti. ama hayattaki herşey gibi evliliğide tam bir fiyaskoydu. bir haftadır yağan yağmur sanki kendi üstüne yağmış gibiydi. hayat ona kusmuştu tüm nefretini. ellerini hatırlıyordu, gençken elleri kendini kurtarabilirdi. ama şimdi 4 tarafı duvar olan hapishanesinde bağlılık ve bağımlılık mahkumiyetindeydi. çocukluğu geldi sonra aklına. tekrar çocuk olsaydı pencereden atlayıp o dağa koşardı. yamaçlarından düşmek pahasına. sonra herşey yok oldu birden. tek hatırladığı ıslak kayalar, yaralanmış eli, esen soğuk rüzgar ve çığlıklardı.

üçüncü paragraf..

"kurtulmayı bekleme. kurtulmayı bekleme. kurtulmayı bekleme."

durmadan tekrar etmek tek yoluydu bu karanlık yerde yaşayabilmenin. yağmur geldiği gibi gitmişti çoğu insan için. sonra konuştu ufak yüzlü umut. tüm bu korkunun ortasında..
" kurtulmayı bekleme, sana gelecek olan kendi ellerinden çıkandır ancak. ben sandığın değilim. sandığın kendinsin. ve güneş tekrar yıkandığında insanlar olacak bizim yerimizde. elleri kenetli, sakin. bilecekler ki güneş kendileri. ve anlayacaklar o zaman dik yamaçların, esen rüzgarın gizemini"



30 Eylül 2008 Salı

ihanet

ihanetin boyutlarını sen gidince anladım
ne berlin duvarı gibiydi ne de israilin duvarı
ihanetin boyutlarını sen gidince anladım
ne world wide web gibiydi ne de boşa sarmış bir teyp
ihanetin boyutlarını sen gidince anladım
boyumu aşmış çığlıklarım gibiydi
onları çok derinlerde sakladım
ihanetin boyutlarını sen gidince anladım
sağa sola saldırdım kırdım döktüm
pişman olmadım, şişmanladım
ihanetin boyutlarını sen gidince anladım
ayakkabı numaram kırküç
boyum 1.82ydi
ihanetin boyutlarını sen gidince anladım
anladım inandım
sonra inançsızlaştım

29 Eylül 2008 Pazartesi

kişisel oda manifestosu

odamı topladığım şu günde çok önemli geçmiş cümleleri geldi aklıma. hani ufaklıktan beri olan aynı günler bir anne baskısı filan tepede. bu oda niye dağınık vs. vs.
herkesin kabul ettiği bir gerçek olduğuna inanıyorum bunun o da şu ki ; odalar kendilerine özgüdür insanların hani evi olabilenler ya da şöyle diyelim evinde kendine ait odası bulunabilenler için ufaklıktan başlayarak sahip olma içgüdüsü geliştirdiğiniz ilk yerdir odalar. kendisine ait bir düzeni olmalıdır ki odanın oraya benim diyebilin. işin garibi hani çocukken sahip olunan hayali arkadaşlar gibi odaların bu kişiye özel hayali mutluluk sınırlarıda yaş geçtikçe anlamını yitirmekte. şimdinin yeni neslinin yada şöyle diyelim orta yaş gençlik neslinin yakın zaman içinde özellikle çoluk çocuk arasına karıştıktan sonra bu özelliğini yitireceğini düşünmekteyim. bu da daha sonraları kontrol edilmez hayal kırıklıklarıyla doğru orantılı olsa gerek bir sonraki kuşağa kötü şekilde yansıyor.
odalara özgünlük gerek ebeveyn diktasından kurtulmaları gerek. dağınıklığın düzeni vardır mesela. ve bu düzen kişinin kendisinden ileri gelir. dağınık olmak kötü birşey değildir. kaos olmayan bir yerde düzen olmaz. iki kavram birbirini tetikler. varsın üçüncü tekil şahıslar şahsi odaların dağınıklıklarından "lan benim odam ne kadar düzgünmüş şunun odasının haline bak hele" diye varsayım çıkarsınlar. eğer şu anda ebeveyn adaylarını buna inandırabilrsek gelecekti nesli bir nebze olsun ferahlığa ulaştırabiliriz diye düşünüyorum. kendilerinin olan birşeyleri olması, kapılarını kitleyebilecekleri bir odaları olması için.
odalar özgürdür. odalar kişiliklidir.
ve en önemlisi odalar
dağınıktır, dağınık kalacaktır.



benimde gözüme batmıyo diil aslında şu raflarıda düzenliyim biraz ya

28 Eylül 2008 Pazar

u-mutlu

sonbahar ortası-kış ne güzel başladı
karası bile geçebilir bence böyleyken sorun yok.

27 Eylül 2008 Cumartesi

zmir

bozuk hoparlörlerimle uğraşırken aklıma geldi geçen senelerde uzay 2 çok önemli bir şarkıydı bünyede. hani öyle çıkıp izmire yerleşme gruba orda devam etme filan. gelişen izmir punk camiası-sonra anladıkki yalanmış istanbul gibi- oraya yerleşme kordon ıslak çimlerde birini bekleme endişesi filan. ancak daha beteri arkadaşlarımın çoğu bu izmiri görüyim fantazisini çoktan yaşayıp bitirmiş kişiler oldu. bi ben gidemedim. boy boy çekilen fotoğraflar var mesela myspacede filan viva izmir edalarıyla. ha ben kıskanmadım mı evet evet kıskandım. yalnız bu yaştan sonra izmire gitsem mesela izmiri nasıl algılarım bilemiyorum. hani içerde 19 yaşındayım ama fiziksel görüntü 24 olunca-içim mi 19 hadi lan ordan- nasıl bir görüntü elde ediceğimi bilemiyorum mesela. hani hayal kırıklığımı olur, aman işte geldik mi ne biliyim ben. ama gitcem valla gitcem. 2 senedir ankarayada gitcem güyaa bekleyenler bile artık gelirsin tabi lere vurdular benden ümidi kestiler. pendik il sınırlarını boykot ediyorum. ışınlanma çıkarsa şu parçacık çarptırma deneyinden ne kadar sevincem anlatamam. ha o zamanda büyük karışıklık olabilir tabi. ne biliyim blog yazmanın bile bi anlamı kalmıycak düşünsenize pat diye izmirdesin pat diye diyarbakır, beijing, moskova, berlin.. aman diyim. belki böyle daha iyi nasıl olsa gitmek için çok zamanım var nerden baksan 10 sene sonra gider otururm kesin kordonda ıslak çimlerde.

24 Eylül 2008 Çarşamba

hast

bugün otobüse bindim tamammı
yanımda bi adam hasta belli
e işe gittim orda bi adam e o da hasta
evdede bi hastalık havası
dışarsı hasta her yer hasta
noluo lan ?
şimdi ben biliyorum otomatik hasta olcam bi şekilde
daha başlmaadı ama başlar
önce geç yatmalara vurcam bunu ama öle diil aslında
sonra aa geçen dışardaydım üşüdüm her al dicem
ama o da diil.
hastalık bulaşmaya görsün
açık kapı gibiyiz mübarek
gece bare pencereyi açıyımda öle yatıyım temiz hava girsin.
hasta olursam eğer
bilin ki
açık pencere yüzünden

kararsız

hava açtı.
3 gün önce mi ne hani bozsun yazmıştım.
dinleyip bozduydu.
şimdi niye açtı bu meret.
karartı istiorum biraz. içimiz bulansın sonra tekrar açılsın. ya da belli günlerde açsın evet.
ama kış yaşamak istiyorum biraz.
gerçi üşütüyo artık geceleri
ve bu güzel birşey.
ısınabilenler için...


ısınabilenler dedim ya acaba kapamasa mı ya..

22 Eylül 2008 Pazartesi

ıca

acı garip bişey.
zamanında tatmaya çok elverişli bi ruh haline sahip olduğumdan gerek; hayatın anlamı haline bile getirmiştim. acı besler aslında dingin bi ruhu. karşılık beklemez acı ama siz vermeye isteklisinizdir. paramparça kalırsınız bişeyler verdikçe de. acı çünkü mutluluktan mesela daha yoğundur. aynı bi yerini kesmek gibi. yaranın acısını hissedersin. ama yaradan öncesi hissiyatın sınırlıdır.bu da belli dönemlerde acıyı en yoğun hissedilen his olduğundan tahtına oturtuyo bence.
sonra acıların kralları* doluyo etrafa bi sürü. ve onların hiç bi zaman olamayacak kraliçeleri. sebep mi ?
acı bencildir çünkü.
yalnızlık gibi acı paylaşılsa da hep bencildir.



*evet evet kesmeşeker

şlvr

saçma sapan bi bilbord reklamı gördüm bugün. "jean amerikanın şalvarı"ymış. peki bunu anladımda jean karşıtı bi reklamsa bu şalvara bok atmak ne ola ki?. hayır yani bizim kozmopolit neo-entel hiper-dantel gençliğimiz "vay aq jean şalvarla özdeşimiş giymiyim ben bunu bare" filan mı dicek. bu ne perhiz ne laha turşusu kardeşim. reklamın metin yazarına şalvar giydiresim geldi öyle böyle değil.

kot-a

ya hayata kota koyma olsa ya böyle ne biliyim
isteyince kaldırılabilen.
gerçi çoğu insanın beklediğinden böyle bişeyi eminim.
seneye yurt dışından ithal edicem.
beni bekleyin.

21 Eylül 2008 Pazar

böc

duvar balıkları-kuzenin verdiği ismiyle-
garip yaratıklar
geceleri dolanıyolar mesela duvarlarda filan
bayada hızlılar.
eskiden baya büyük bi böcek fobim vardı. tatilde filan kaçıcak delik arardım. sonra aldığmız havayı yaşadığmız sistemi kavradım geçti.
geçti derken ;
evet kanatlı olanlar sıkıntılı baya hala.
ne biliyim bi de yapışanları vardı dimi bak şimdi hatırladım.

çinmasajı

konunun başlığı masaj ama siz o'na aldırmayın pek.
şindi nerden başlasam ki. tee evel zaman içinde ben odamın duvarlarıyla başbaşayken bi mail geldiğini belirtti çevrimiçi msn' im. baktım o zamanın büyük çabalarıyla girdiğim bi siteden birisi. hemen hop açarsın bakarsın. öyle bi tanışma oldu işte. ama sonra bizim sokağın başında görcemi söleseler inanmazdım yani. hemde bi yada 2 on saat içinde. öyle başladı. sonra;
evden çıkmaya üşenen bi adamın kalkıp ta sakarya dolaylarına gitmesi, hiç uğranmamış pefhemin-ki eskiden hiç sevmezdim mevzu bahis yeri sonradan başladı tutukluğum sebebide kendidir efendim :) - yolları, pendik akşamları, yiğiti görmeye gitmeler hemde görüceğimizi bilmeden sırf o na özgü geciktirmeler yaşamamız, izmire taşınıp mutlu mutlu yaşama hayalleri, öyle bomboş geçen günlerin anlam bulması, bi an süren bazen hiç kimsenin önemsemeyeceği şeylerden bir günün anlam ve önemini belirtmek, fotoğrafçı yönümü keşfetmek, saymakla bitmemek:)
zaman geçtikçe sıkılıyo insan ya hani yaşadığı yerden oturduğu sandalyeden, gaztelerden, duvarlardan, müziklerden, işte sıkıntımı alan yegane varlıktır kendisi. böyle de biline :)
ha bide yazı yazsın die neler yaptığmı bilseniz sevgili okur. şindi en birinci benim diyor ama başarılı bir mellönün arkasında haku vardır:))
velhasıl demek istedğim ; çin masajı bilmem kaç milyon çinli biliyo olsa bile ve hatta dünyaya yayılsa reiki, yoga ve tüm spritüel ayinlerden bile popüler olsa bile kendisinindir. iki şekerli çay gibi, tüm hayalleri, şarkıları, sözleri, heycanları, duyguları gibi kendisinindir.
ve kendisi en birincidir:)

19 Eylül 2008 Cuma

film

bugün ilk kez çok karakteristik geldi yurdum insanın suretleri. hani tam filmlik anladın mı. böyle otobüse bi kamera koysak mesela fena film olur. zaten yavaş ilerliyo herşey mesela;
" adam iştekini gününü anlatırken cam kenarında oturan adamın tam karşındaki hatunu kesme çabası hatunun telefonla oynaması. sonra 2 küsür bin ytlnin zamlı hakkını veren şöförler mesela. birden hızla giderken frene basar adam istemeden önkoltuktaki teyzeye çarpar. kız güler. adam güler. şöför vurdumduymaz. diğer adam hala anlatmaktadır işteki gününü. sonra otobüs durağa gelir. kız iner. adam inmek isterde cesaret edemez. otobüs gider. adam yarın olsun diye bekler. ama kız o otobüse binme nedenini o gün kaybetmiştir.

son

"

el vapurador

hey hey hey(x4)
çek o ellerini ellerinin üzerinden
o eller benim değilmiydi
yoksa kırılgan bileğinmiydi
sadece
vapurun kenarına yaslanmışken sen
üstüne yeltenen

pi

pi sayısı tadında giden bi hayata sahibim.
üzerine tez bile yazılır.
hani lise tezleri gibi
bitirme ödevide değil de
daha çok
kompozisyon gibi
giriş, gelişme, sonuç.
pi sayısı nerde derseniz eğer
her birine virgüllü küsüratlar eklemeniz yeter.

sahi onların adı nydi ya

olsadayesek

iş bu yazı istek dahilindedir..
şimdi inceden hayalkırıklıkları yaşar her insan. ha bazen ince olamayacak kadar çok olur ki konu içi gözükse de şu anda dışı. ufak tefek kırılmışlıklarım oldu benim mesela. ama çoğu zaman içimi boşlukla kaplıycak kadar bişey olmadı. neyse efendim vakt-i zamanında haylicene bir grubumuz vardı çalar sölerdik. baya da ciddiye aldık filan her gruba nasip olmayacak derecede prova parası dağıttık çeşitli ilçelerde çeşitli stüdyolara. gel gelelim bir vakit sonra cebe fena yansımaya başladı bu durum. sonra hayal kurduk baya baya işte bi ev alırız stüdyo yaparız içine üç beş yatak atar orda kalırız. millet isteyince gelir gider. fasa fiso tabi.zaten her grup ismi ve logosuna sahip grup elemanı bu hayali kurmuştur heralde. olmayacak duruma olsada yesek demekten hoşlanıyo bazen insan evet ama bizde o hesaptık biraz. ha ben aslında olmayacağını biliodum dersem yedirirmiyim ? sanmıorum.

16 Eylül 2008 Salı

bozsun

iki gündür bi çılgınlık hali var bu bünyede
zamanı toparlıyamıyorum pek
içimden birşeyler geçiyo onuda yapasım olmuyo sonra
dün bunu sıcaklara vurmuştum
mesala(mesela mı yoksa)
bugün neye vurcam bilmiyorum
eskiden tüm gün müzik dinler
oyun oynar zaman geçirirdim
şimdi kesmiyo bunlar mesela
gitcem de gitcem de
o da olmuo
keşke zamanında kalıbımı kırıp gitseydim
o kadarda gaza gelmiştik
neyse işte
havalar bozarda kendime gelirim belki
bozsun evet bozsun
hepten bozsun
anca o zaman toparlanabiliyorum

15 Eylül 2008 Pazartesi

öeh

ne sıkıcı bi günmüş bu böyle be
yeter artık kış gelsin.

14 Eylül 2008 Pazar

kap-lumba


içi bir dışı bir insan olmak nedir bilir misin kaplumbağa ?
nedir söyleceklerini-bileceklerini düşünmeden söyleyebilmek karşındakine
nedir saklayabilmek gözlerini karşındakiler anlamasa bile seni
nedir var olmak elinde tek seçeneğin varken ;
ki o seçenek sana türlü oyunlarla hoşçakal derken.
nedir geceleri gökyüzünden bulutları silebilmek
ayın o'na parlamasını sağlayabilmek için.
koşmak nedir bilirmisin kaplumbağa ?
tüm insanlar koşarlarken tek bir amaca
olabildiğince geriye koşmak
takılmadan ayakların kaldırımlara
ve her kaldırımda bilerek onun ayaklarının ters yöne gittiğini..
saklanamamak nedir bilir misin kaplumbağa ?
taşıyamamak yanında evini
ısınamamak bir daha kimsenin yanında
dokunamamak bir evin duvar kağıtlarına
kısa yaşamak nedir bilir misin kaplumbağa ?
o nu yeniden görmeden yok olmak
ya da
yok olmak onu yeniden görmeden..

13 Eylül 2008 Cumartesi

karga

gün itibariyle yeni yeni açılımlara girmiş bulunmaktayım dikkatinize sunulur. ancak bişey farkettim ki üsteleyen insanlar kesinlikle sıkmaktadırlar. ha bunu bende yaptım. hani besle kargayı oysun gözünü varya o aslında gerçek. beslenen karga gözü oymaya niyetlidir efendim. niye diycek olursanız önce beslersniz yem vermenize alışır sonra ki göz oyma kısmı ise tamamen intikam amaçlıdır. ancak kargaya görünce mesela 'höt' deseniz size kıl olur da bişe y yapmaz yada mesafeli takılır ' aa ne şirin şeysin sen böle(!)" diyip topuklarsınız o zamanda siz onun için yoldan geçen iyi insan oluverirsiniz şayet sizi tanımaz. tanısa gözünüzü bırakın gözünü oyabilceği garantisi bile verebilirim. ha tüm insanlık karga misalimidir derseniz tümden olmasada alıyım alıyım mantığıyla yetişmiş yeni nesil(ki içinde bok atsakta bizde bulunmaktayız efendim) göz oyma kısmını zevkle yerine getirecektir. yeni açılımdan kastım göz oymaya niyetli oyma ihtimali yüksek yada yemledikten sonra sizin arkanızdan diğer kargalara ne boktan yem verdiğinizi anlatan kargalardan uzak durmaya bi nebze yakınlaşmaktır. açılımlar etrafın "kolla .ötü" pratiğinde olduğu bir ortamda sınırlı kalmaktadır. umut ederim düzen bir gün değişir. kargaları kötülleştiren insanoğlu bir gün komünal yaşamlarından örnek alırda bizde benimkinin gibi veya yüz katı iyi şekilde yazılmış "çemkirme" amaçlı bol sanatçı soslu bu tip blog paragraflarından kurtuluruz. o güne kadar yoldaşlar; yeni açılımlara devam.

11 Eylül 2008 Perşembe

iki

bugünü özetleyen iki kelime var aslında;
sen geçerken gözümün önünden
tüm insanların arasında
ve ben sevgiyi
yorumlamaya çalışırken
ağzımdan dökülemeyen o iki kelime
ki kelimeler oyun oynasın bize
biri senle biri benle

5 Eylül 2008 Cuma

gönderilen ve gönderilemeyen mesajlar

dün akşamdan beri süren bezirgan saltanatım çekingen tavırlarıyla hepinizi selamlar. selamlarken de iletir bu adamın yazması gerek satırlar atması gereken mesajlar var diye. bilirim. bilirim fakat cep telefonu icat edildiğinden insnalar messenger sobetlerine daldığından bu yana olumlu gelişmeler kaydetmelerine rağmen şahsı muhterem ben kişisi zerre ders almamıştır bu rahatlıktan. diyceğim o ki zor ve yoğun kalp çarpıntılı yazdığım mesajı zar zor ilet dedikten sonra bile moderen hayatın gazabına uğramam aslında ders almayışımın haklı bi göstergesi olabilir. ki bu zat-ı muhterem kadıköy dönüşünde yağan yağmuru durduracak; emek sinemasına yakın herhangi bir yerde seçilen on yüz bin pipetten patlak olanı seçebilcek kadar şansı yağver giden bir kişidir. sorunda esasen burdan kaynaklanmaktır belkide. gözünü sevidğimin aveası saçma sapan mesajları saniyesinde yollarken şu günlerime yön vericek içimi kıpraştırabilcek mesajı ısrarla yollamamaktadır efendim. iki denemede sonuç vermemiştir bu duruma. şindi ben kendi çektiğim patlak pet şişelere mi yansam yoksa muhterem cep telfonu hat sahibine mi çatsam(yazdıktan sonra farkettim ki evet o da benim) ne'apsam bilemedim.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

çalgıcı algı

hanginizin dama taşını çaldım söyleyinde bende
kurtulayım sizde
kurtulmassam eğer ikiyüzlülüğünüzden
sona kalan 4 taşımla
gerçekten damalarınızı alıcam elinizden..

yüzden geriye


on kere on
eşittir
günün anlam ve önemine
beni köyümün yağmurlarında yıkamasalar bile
ahdım olsun ki cips yicez şehrimin kıyılarında

*
^^

23 Ağustos 2008 Cumartesi

kayıp ilanı

odamda bir sürü bomboş cd var
çoğunluklar sıralarını kaybediyorum
içlerine oyun yazılmaya çalışılmış ama yanmış bi dolu cd mesela
yada audio trackten bozma şarkıları alırken yazım hataları sahip cd ler
bunların arasında *yanlışlıkla karışmış iyi denebilecek* dividiler
dağınıklığım kendime ibaret tabi
arada hunharca toplanıyorlar bi yere
ama bu seferde dağınıklığımın topluluğunu ben bulamıyorum
hoş olmuyo.neyse diyceğim o ki çok fazla eski resim ses mes ıvır zıvır kaydı
olan cdlerimi kaybettim. hükümsüzdür.

19 Ağustos 2008 Salı

..

misak-ı beden sınırlarımız içine hiç bir canlı giremez
gelip geçici işgaller aslında dış mihraklara fetihlerdir

olay örgüleri örümcek ağı gibi değildir esasen
ne bir muntazamlık ne de hafiflik vardır üzerinde

11 Temmuz 2008 Cuma

kir

eğer bir kapıyı açarsan
kapattığında bileceksin herşey içerde kalacak
yönlerini seçemiyorsan söylediklerinin
ağzına bir bant yapıştırmalısın
sözlerin yapışsın üstüne
kirlenmeden önce
sen ..
kimseyi kirletmeden önce.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

hjk

bir perşembe akşamı
yağmurluydu dışarısı
elinde bırakılmış yalnızlığı
gözleri buğulu
anlamadan izledi
geçip giden insanları

iki sokak ötede
ayakları yürümekten karıncalanmış
gözleri nemli belki de
bir hayat akıp gidiyordu
ondan ters yöne

usulca dinledi yağmuru
yere her vuruşunda damlaların
parçalanan her hayat gibi
dağılırken yeryüzüne damlalar
unutmaya çalıştı yaşadıklarını

korkunç bir seldi
sonra onu alıp götüren
götürürken sürükleyen
sürüklendikçe batan
kendisiydi

bir elinde yaşanmışlıkları vardı
diğerine tezat
yalnızlıklar yaşananların armağanıydı
koparıp atamazdı ki elini
o oradaydı

sıktı yumuruklarını
unutmak için herşeyi
kaldırıma oturdu
cebinde kalan sigarası
sonuncuydu

cümlelerini dökerken
su birikintilerine
her kelimesinde
bir insan girdi içerisine

kopup giden gün
yağmuru dindirirken
bıraktı düşünmeyi
sıkılmış avuçları kanarken
ne yalnızlığı ne de yaşanmışlıklar
ne iki sokak ötede olanlar
var olacaktı geleceğinde..

30 Haziran 2008 Pazartesi

tespih 1 -tespit değil

peki neden öküz gibi bakar karşındaki sana
sen gülerken onun suratına?!?!?
..
saçma sapan olcak ama çok feci bi karar verdim. gidip yazıldım evet. karşımdada betondan bi surat. kredi kartı şifrelerini bilmiyorum. ikincil olarak hayatımda kredi kartı kullanmadım. utanılcak durumdur kimilerine göre belki. limitsizlik hoş insanlar için bunu tecrübeyle sabite bağladım zamanında. ama karşımdakine zerre çaba sarfettirmeyecek bir olay için beton surat görmek ne kadar hoş bunun anlaşılması lazım öncelikle. kadıköyde bi yer var mesela ismi lazım değil. 2 hafta boyunca devamlı gidiosunuz ve orda ki garsoniyer(!)in suratında onca görüşmeye rağmen gülümseme bile yok ufakta olsa hatta kafanıza yiosunuz 'karın tokluk' listesini. e sıçarlar öyle muhabbete işin satın alınan emek kısmında değilim. ama gülen suratıma odun çarpınca pek hoş olmuyo..

28 Haziran 2008 Cumartesi

şimdi ben kadını metalaştıranlara mı çatsam
yıllarca yaptığım gibi
yoksa meta olmaya meraklı kadınlara mı bulaşsam
yıllar sonra anladığım gibi

hain

ben yalnızım diyen kardeşimdir. gerisi tefahürattan itibaredir. egos unu egos umla değiştirmeyenler haindir.

13 Haziran 2008 Cuma

kfe

bir batıktan hikayeler topluyorum sana
sayfalarını karıştırmak istersin belki
yıpranmış sararmış kirli
silinmiş kelimelerin arasından
şarkılar oluşturdum sana
dinlemek istersin belki
isli sessiz kafiyeli

28 Mayıs 2008 Çarşamba

kızıl

yeni bir gün
aydınlık bir karanlık
önümüzde dizili insanlar
çocuk yüzlerinde mutluluklar
aradan birini seçiyorum
paylaşmak
paylaşmayı senle
ve tüm dünyayı
tüm insanlarla

20 Mayıs 2008 Salı

hky

gözlerin üzgündü
o ıslak kaldırımlara yansıdığı gibi
gözyaşlarını sakladı yağmur
seni alırken benden
bilseydin..
ben..
ben senden daha çok kırılmış
daha yaralı, incinmiş
ürkek, elleri titreyen..
beklentilerin gün ışığı gibi ötede
ve ben
bu yalnız
kimsenin geçmediği
durakta
hiç gelmeyecek o otobüsü bekliyordum senle
sense tüm bunlardan uzaksın artık
yağmurun sesi ya da
ellerim açıkken sana böylesine
görmezden geleceksin
hissetmeyeceksin
sana uzanan hikayemi..

ahey

eğer 4 yapraklı yonca bulsak
4 yaprağını sana verirdim.
sende olsa bana
yeşilinden bile vermezdin.
eğer zehirli bir mantar bulursak
bir gün
sana söylemiycem zehrini
korkma.. hepsi senin..

16 Mayıs 2008 Cuma

5taş

beş taş oynuyor ufak kız çocukları
beş taşın beşi bir yerde boyunlarına dolanıyor
benim misketlerim var
saydam bilyelerin içi boyalı
yeşil mavi kırmızı sarı
beş taşın beşi bir yerde hepsi aynı renklerde
kızlar beş taşın beşiyle oynuyor
benim ufak misketlerim var
misketlerim boyalı
sarı mavi yeşil siyah kırmızı
beş taşın beşi aynı renkte
ben bilyeleri vururken teker teker
ellerimle
beş taşın beşi bir yerde
öylece duruyor
bekliyorlar
benim yalnız misketlerime göre
onlar çok daha kalabalıklar.

15 Mayıs 2008 Perşembe

ke çi

keçi inadı var bizde
karşılaştığımızda köprüde
izin vermiyoruz geçmesine
ne kendimize ne ötekine
köprü yıkılırsa bir gün
altında kalan inatlaşmalardan
bir sevgi yaratabilicez
birbirimize

7 Mayıs 2008 Çarşamba

ne'den

yalnızlık varsa eğer
iliklerine kadar işlemiş,
derin altından terin gibi,
benliğin gibi var olmuş yalnızlık.
çöpten adamların kibirli çıkışlarına
aşık olan kadınlar varsa eğer,
ve eğer kaybolmuşsa yolu erdemin;
kölelik fikirler ve duygularla işlendiyse hayata,
sevgi çöp değerinde hayatın girdabında nesnelerle beraber
terk edildiyse bir köşeye..
ve yine topraktan elleriyle kazınmış,
binlerce insan, fark edemeden yaşamlarının değerlerini
ki o yaratıcı
ve gerçek yönetici.
ve sen kibirin içinde
başka kibirlerin kin çığlıklarına yöneliceksen;
gözlerimi kapamam gerekir insanların 'akıl' oyunlarına.
cesaret orda başlamalı;
taptığınız nefrette değil.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

derginin sayfaları kuşe kağıda değildi hiç bir zaman düz sarı renkte bazen açık bazen koyu saman kokusu hakimdi sayfa aralarında. ben notaların uygun düzeni arasında kaybolma sevdalısıydım. zor algıladığım bir parçayı çalışma düzenime sokabilmek için oldukçada zorlanırdım. pendik şimdiki gibi yabancı değildi gözümde. istasyon caddesi önünde kalabalık anlamsızcada dizilmezdi. hatta eski belediye binası olanca griliğiyle dikilirdi çarşı içi parkının hemen köşesinde. ama benim çocukluk çağlarım kartalda kilitlenmişti. düzenli olarak her haftasonu amacımın ne olduğunu bilmeden bulurdum kendimi o dersanenin çatısı altında. sonra simit sarayı açıldı. ben ordakilerin fikirlerini yeni idrak edip tiksinmeye başladığım zamanlarda. zaten giriş kapısınada ismimi yanlış yazmışlardı; bu belkide beni en çok korktuğum onlara benzetilme şüphesinden şans eseride olsa kurtaran bir ayrıntıydı. dergi haftadan haftaya çıkardı benim pendik kartal minibüsleri yolculuğu öncesi uğradığım bayide genelde üstü siyah kaplı garip kitapçıkların yanına bırakılırdı. okuma sevdası böyle verilmemeliydi aslında insanlara. kendim yakın bulduklarımı okudum hep. amansızca büyümüş oyun sevdalarım. kimselerde o yaşta var olmuyacak derece dinlediğim müziğin geçmişini araştırmalarım. boşvermişliğime kadar devam eden tarifsiz iyi niyet sanrılarım. korkmadan bakmak lazımdı belkide ama ben o güruhun içindede göremiyordum kendimi. şimdiki gibi değildi kadıköy. taksim uzaktan el sallardı. ve sonraları ben taksimden nefret etmeye başladım. imkanları fazlaydı. bizimse ancak inebildiğimiz saçma sapan bir sahil şeridimiz vardı. rock satanistti ve siyah giyince sende öyle sayılırdın. kadıköy mittosu içinde büyüdüm ben. akmarın eski zamanları; dalgakıran; moda sahil şarkıları. çoğunu yaşayamadan. yaşadığım zamanda herşey ölmüştü zaten. kalan dergilerin sayfaları arasında. saman ve bazende kuşe kağıda.

8 Nisan 2008 Salı

t

herkes bezmişken
ben bile
nasıl olcak bu işler diye
iç geçirirken
köşelerine çekilmiş
sessiz sakin beklerken
gelecek olanı bilmeden
yeni sayfalar açarken kendilerine
ben bezmişken ve sen..
sen bilmezken durmadan aldığımız bu yolu
yalnızlık tanrının kollarıdır
bedenine sahipsizce dolanmış

23 Şubat 2008 Cumartesi

şay

mısralardan yüzünü çiziyorum
sessiz sakin alışılmadık
gözlerin bir gecenin
bulutları ardından bakar gibi
yağmurların yağdıkça
kendimi sessizliğinden topluyorum
acım kıvrak bedeninin dilinde
hapsolurken ben
tüm gün köşende bekliyorum seni
dönüp bakarsa eğer gözlerin
yeniden adlandırabilmek için beni
titreyen ellerimle
sıcak tatlı bir su gibi sen
yitip giderken
tutmaya çalışıyorum zamanı
hapsolmamak için gözlerine
ölüm ya da yaşam arası bir yerde
bana dönmeni bekliyorum sadece
yıkanmak için bulutların yağmurunda
ve o uzak trabzanlar
aramızda demir perdeler oluştururken
yitip giderken sen
dilim kilit vuruyor kendi elleriyle
konuşamayan hislerime
sözlerim bir girdap gibi
kendi etrafında dönüp duruyor ve sen
benim için o ihtişamlı geminde
girdabımın etrafında dönsede
sakin sular var önünde
ama ben
karanlık derinliğimle
başa çıkamam dinginliğine..

17 Şubat 2008 Pazar

nnnera

yaratıcılığımda öldü senle beraber
niçe öldürdüyse eğer tanrımızı
sen beni öldürdün yazılarında bile bırakmayarak

9 Şubat 2008 Cumartesi

kar

karların arasından
ıslak ayak izleri topluyorum
değiş tokuş edemeyeceğim kimseyle
çömelip silersen eğer kendinden arta kalanları
çantamda sesinden başka birşey kalmayacak





kalmadı..

ihtimal

ihtimalleri biriktirdim
sokaklardan geçerken
ya da sırf dinlenmek için bir banka oturduğunda
gökyüzü kaldırımlar gibi insanlarla kapalı olduğunda
bir merdivenin basamaklarını çıkarken
üşürken ya da bir yokuştan inerken
ihtimallerini biriktirdim
kapılıp giderken sen
gecenin karanlığına aynı yoldan iki kere geçmeyeceğini belkide bilerek
bıraktım hepsini
umudumla
kararsınlar diye karanlığıma

htr

eğer bir kentin demir parmaklıklarının ardından geçiyorsan
her parmaklık için teninden bir parça bırakmalısın
..
''eğer bırakırsan seni unutur
bırakmassan hatırlar''

ta ki sen oluncaya kadar dokunmalı parmaklıklarına
ta ki senden geriye birşey kalmayıncaya kadar..

2 Şubat 2008 Cumartesi

ölm

çocukluk anıları arasında en fazla yer bulanıydı belkide. bir okul akşamı ara sokaklarda sıkışıp kalmış bir hediyeydin aslında. fazlası olmayan. adını ben koydum yaşantını. özgürlüğünü. sadakatini ben izledim. kapalı kafesinde bilinçsizce hareket ederdin. sesler yankılandıkça seslere karşılık verirdin. eğer bir kapı kildinden kurtulupta açıldığında içinde senin sesin yoksa anlamak zor olurdu neden sessizce beklediğini. kanatlanıp gitmek sana vermediğim tek hediye. sıkışıp kaldın 4 taraflı hapishanende. ta ki geçip gidene kadar. şimdi sessiz otururken odamda yalnızlığını düşünüyorum boylu boyunca. geçip gitmek zordurda sessiz sakin yatarken sen orda nefes alıp vermek her bir saninyenin ömrümden geçip gittiğini bilirken bencil zevklerine düşmek senin karanlıkta olduğunu bilmek ve bilmek kim açarsa açsın artık kapımı hiç bir ses karşılamayacak gideni ya da kalanı.

h.go