29 Ocak 2009 Perşembe

grip

hastalanmayınca farkına varılmıyor sağlıklı günlerin
hayatın kısa özeti gibi. hastalığı seviyorum bi yerde, evet.

25 Ocak 2009 Pazar

kaset

armutlu yolları sıkıcı geçmezdi önceden pek, misal çeşitli ortak müzikal zevklerimiz vardı aile bireyleriyle. işte daha içine fantezi denen garip birleşim karışmamış pop dinliyorduk yol boyunca. çok da eğlenceli geçiyordu. zaten uzakta sayılmazdı beraber şarkı filan söylüyorduk. sonra nolduysa oldu birden müzikal zevkleri ilgi alanları filan değişti. ben kulağıma volkmen takıp kaset değiştirir oldum. sonra yerini cd çalar filan aldı. ama artık yolculuklar o kadar hoş gelmiyodu. armutlu zaten pek içaçıcı olmamıştır benim için ufaklığımdan beri. sonuçta ordaki yakın arkadaşların 2-3ü de burası ne be edalarıyla basıp gidince bi başıma kaldım tam olarak. o yaşlar itibariyle ben evde kalcam siz gidin durumu söz konusu olmadığı için(ki ben denizi çok severdim bide) 1 hafta bir buçuk hafta sıkıntıdan patlama seviyesinde dolanıyordum etrafta. sonra gitmemeyede başladım olabildiğince az kalma zamanları filan. ama o gidiş dönüş yolunda bizimkilerle aynı şarkıları söylemeyi özledğimi farkettim bugün. ha şimdiki müziklerle bunu nasıl sağlarız bilmiyorum. 90lardan pek bişeyde kalmadı. ola ki olursa tekrar yol dolaylarından oraya gitmek yanıma alıcam bi sürü kasetlerimi. yine diycem bak bunu dinliyin hoşunuza gitcek iki beraber şarkı söledikten sonra. sonra takıcaklar teyp'e kaseti. ardından distortion filan gircek sesi kısıcaklar, beni kırmamak için yol boyunca maiden helloween filan dinliycez.
o diilde ben napmışım sahi iki saat boyunca dinletilir mi onlar ya?!

18 Ocak 2009 Pazar

obahçede4yapraklıyoncayoktuvalla

bi gün var;
...

bizim burda bi adam vardı sırtında sepetiyle dolanırdı. korkuturlardı bizi onla işte."velev ki bak sepetli adam gelir sizi çalar götürür yalnız dolaşmayın çok uzaklaşmayın bahçeden" diye. bizde yutardık bunu kuzenle. adam yaşlıydı baya ama topu topu kaç kez gördüm sorsanız 2-3 kez filandır. deli diyolardı ama kimsenin deli dediklerinden akıllı olmadığını ben çok sonra öğrendim. bahçemiz vardı bizim. yan evin oğluyla arada girer bilimum otu yerdik. ki inek olmadık. o benden fazla yiyodu ama. sonra nolmuştur hiç bi fikrim yok. ben tam tersi tembel oldum. belki ona yaramıştır o bizim bahçeden aşırma seansları. babanemlerle altlı üstlü oturuyoduk. daha devlet hastanesi filanda yoktu. amma velakin hiçhatırlamıorum onunyerinde ne vardı. 2 katlı bahçeli bi ev. şimdi oturduğumuz yer ise sade zeytinlikti . bi iki kez apartmanı ziyarete gelmiştik ondan bölük pörçük müteahhit(!)in bizi dolaştırması filan kalmış aklımda. duvarlar bembeyazdı yeni boyanmış fıstık gibi bina. şimdi sapsarı içi filan.
ben o iki katlı evdeyken etrafta ya hiç kız yoktu yada oynamıyoduk onlarla hatırladıklarımda silinip gitmiş heralde. top filan koşturduysakta bilmiorum. apartman hayatına geçince hepsi mahvoldu zaten. sahil vardı sonra dedem elimden tutar götürürdü aklımda en çok kalansa sıra sıra dizilmiş balonlar ve onları vurmaya çalışan büyük abilerdi. şu ünlü dinazorlu park sonradan yapıldı(y.n: bak bundanda hiç emin değilim) ama orda da adam gibi oynamadım. çekingen bi çocuktum kaynaşmakta zorluk çekiyodum zaten. evimizin içinde bi perde vardı. böle bordo renkli. kocaman. belki de ufaktır ama o boyutumla bana dev bi perde gibi geliyodu. sonraları başıma iş açıcak kafama takıp büyütme sendromlarıma da sebebiyet vermiştir. ben o perdeden acaip tırsıodum. kafamda arkasında birinin yaşadığı fikrini oturtmuşum boyuna kabus görüodum. perde gülüo filan. çocuk kafası işte. sonunda bigün görülen rüyayı kontrol etme mantalitesini keşfettiğim zamanlarda çekip açtıp perdeyi gülen kişiyide gördüm. sonraları çoğu kabusumda da figüran rolde olacaktı.
o zamanın yılbaşıları çok güzeldi. hani böyle amerikan filmlerindeki kocaman evlerde kutlanan yılbaşları vardır ya(öle bişey mi var lan?) aynı o havayı seziyodum. eniştem noel baba kılığına filan grmişti. ama hatırlaarımı toplasanız burdan bi iki kare ancak eder. o 2 katlı ev ve bir kaç yazlık hatırası dışında hem yazlıkta hem o evde yaşanan çoğu şeyi silmişim ben. nedenini de bilmiyorum. bahçesi olan bi evde büyümek güzeldi. ama her güzel şey gibi şehirleşmeye yenildi.
apartmanın ilk zamanları hakkında en ufak bi fikrim yok. ne taşınmaya dair bi anı ne komşularla tanışma filan. sanki birden hepsi varolmuş gibi. o 2 katlı evden sonra apartmanda(babanemlerin olduğu zamanlar dışında) belli bi komşuya gidip gelme görmüş değilim. zaten nüfus bakımından da pek hayırsızdı bizim apartman. iki arkadaşım vardı zaten. en çok zamanı onlarla geçiriyodum. o zamanda ortanın ortası bi siyaset güttüğümden bilimum kıskandırma ben haklıyım sne haklısın kimin evine gidelim sen söle gibi olaylarda arada kalan insan olma şahsıma düşmüş ulvi bi görevdi. sonra biri taşındı. biriyle de dandik iki disket oyunu yüzünden kavga ettik. ya da belki bizden habersiz bişeyler olmuştur da o öyle yönlenmiştir.
bizim bi arabamız vardı anadol. kuzenlerle tepeleme dolarık arkasına çok eğlenceli olurdu. arkada ki arabaları seyrederdik. bi de nerden estiyse yapıştırımş bizimkiler arabanın tepesinde bi sticker dünyaya dolanmış 'safinaz' kılıklı bi kadın üstünde de boşverli bi türkünün sözleri. bende boşverdim onları okuya okuya. yada kendimi kandırdım.
bugünden baksam o zamana o iki katlı evin yerinde kat kat bi bina var yine. üstte babanemler oturuyo ama hala. ne hikmetse bizim evin yanında ki ev uzun zaman dayandı. tabi bahçeden aşırdığımız ilk hırsızlık(ki ciddi ciddi çaktırmadan girioduk bahçeye nedense sanki bizi görseler kovalıycaklar gibi) deneymini yaşadığım arkadaşım çoktan gitmişti. bizim zeytinlikler beton doldu. sırayla her tarafa siteler yaptılar. dedemle ben ilkokul 1-2deyken ders çalışmaya giderdik e-5 i izleyen tepeye. karşı tarafta çingene çadırları olurdu hep hatırlıyorum. ayrım anayoldan başlar ya zaten. o tepenin de artık tepeliği kalmadı site site site başkada bişey yok.
o sepetli amcayı keşke görebilsem bi daha. kimi kimsesi de yokmuş çok sonraları sormuştum kimdi neydi diye.
gelip kaçırsa gerçekten keşke. beni boğulmaktan kurtaran eniştem hayatta olsa. ilkokulda çıkıp gittimiz avcılar yerinde dursa. ben gözde beni oyuna çağardığında yine başımı eğip utangaç rolüme bürünsem. o da haliyle anlamayıp ne salak çocuksun sen diyip çekip gitse. dedem eskisi gibi olabilse yine dimdik tepeye benden hızlı çıkabilse ki bi tepemiz olsa çimlerden uzansak. yeni alınmış bi oyunu görmeye gelse arkadaşlarım kimsede yokmuş diye şaşırabilseler yine. sinemada efekt gördüğü zaman ağızları bi karış insanlar var olsa...
benim hiç keşkem olmadı diyenler keşke diyebilse..
ne biliyim işte..


valla bencede ben hiç bişey hatıralmıyomuşum adam gibi okuyunca farkettim

16 Ocak 2009 Cuma

concerto

o diil de;
helloween' a gidemedim lan ben. senelerce odada kendini parçala bi duvardan bi duvara vur filan
sonra adamlar gelsin sen gitme. e dark tranquillity'de de aynı bok yine gideme. tek başıma napcam filan diye. böyle böyle baya konser oldu. sonra hiç alakam olmayan insanların konserlerinde buldum kendimi hep. hayatımda dinlememişim olsun millet var filan. gittim korn dinledim mesela hani insan severde dinler yok alakası bende o kalabalıktan kaçtım arka limanlara sığındım. gel gör ki bizim bütün arkadaş grubu konser sonrası darmadağan oldu. aynı şey festivallerde de vukuu buldu nitekim. benim sevdiğim grupların geneli eş dost arasında tutulmadığı için "lan gelsene şu var gidip izliyelim" diye sorduğum herkes yok ya bıdı bıdı var biz ona gitcez napcan sen şu da gel eğleniriz onlar sıkıcı.. açıklamalarıyla kendi istediğim gruplardan uzaklaştırıldım. ya da milleti ikna etcem diye uğraşırken sıkılıp izlemeye gitmeye üşendim filan. lakin sevgili okurlar şu dünyada çok isteyerek gidip izlediğim konser sayısı 4'ü geçmez. onlarda şans eseri yanımdakilerin grupla alakası olmadığı durumlardı. hani olay ters işlemişti de öyle gittik. ya da işte tek başıma gittim.
şu da var ki tek başına gitsene lan sende diyebilirsiniz. lakin bu durumda da konser sırasında olan eğlence kısmı-ki ben konserlerde yanımda biri olsada tekmişim gibi davranıyorum- bittikten sonra ki tenhalığı karşılamıyo. mesela bi alanı terk ediyoruz. çoğunluk arkadaşına dönüp anlatıo of ne biçimdi filan. e sende bunu konuşcak yada konuşanı dinlicek biri yok. bide o saate tek başına dönüş yolu filan. günün bitimi iğrenç olduktan sonra napıyım ben öle işi dimi.
bende sonunda olayı geyiğe vurmaya karar verdim. sanki grubu izleyince çok bişey oluyo. otur evinde dinle işte yutüp filanda var nasıl olsa. zaten konsere gelse bi grup çoğunluk yok mok dicek burun kıvırcak bende vazgeçtim o işten. ha iron maiden gelsin sevinçten bizim evi bile yakabilirim o ayrı.
kimse gelmesin ben giderim lan.

14 Ocak 2009 Çarşamba

mecbur kalınca

5te yatmaya son kampanyası başlatıyorum
kendi namıma
yapmıycam artık böyle.
öğlenleri uyanmayı sevmem ben bide. günün en güzel saati güneşin doğduğu saatidir. yoksa tepeye gelmişte batmaya yüz tutmuş güneşi napiyim ben. buna sebep olanda portatif cihaz elimdeki. önceden kambur çıkara çıkara oturuodum, yoruodu filan gözlerim mayışıyodu hadi diodum yatıyım en iyisi şimdi öle bişey kalmayınca sabahlar oldum hepten. bide ağzıma takıldı 'inanıyorum sana' 'mecbur kalınca'da ordan zaten
sarı bir odanın içindeyim
dört duvarı bedduanla kaplı
çıkışı olmayan 4 yol var önümde
2si yarı açık acı evi
arasıra teneffüs iznim var sadece
gece aydınlatıyor gündüz karanlık duvarlarımı
kapı açık kapatınca çarpıyor rüzgar suratıma
siyaha boyalı ellerin
terli, nemli, yumuşak
dokundukça vücuduma
sırıtıyorum yersiz
gülüyorum bana gülmeyen korkusuzluklarına
bana ise korkuların kalıyor
kibirin, açlığın
bana kalanlarlı yakıyorum
ısınmaya ihtiyacım olunca,
gün ağırınca,
mecbur kalınca..

11 Ocak 2009 Pazar

she-was-a bigbig-girl

şu mekana ne zaman girsek
hep üst katta onu görcekmişim gibi geliyo
tribe giriyorum hafiften
aslında o orda yok
işide bırakmış heralde
az otobüste filan dinlemedim
shy'ı
hani hesapta bende gitcem de masada oturcam
o bana göz filan kırpıcak
lan buna yakın şeylerde oluyodu aslında
nerden bilirdim el ele fotolarını koyucağını
ben çevrimdışı saklanırken avatarına
sanal alem garip vesselam
şimdi msn filan olmasa ben yine merak içinde yaşıyo olcaktım
ya aldanıyo olcaktım
iyi mi kötü mü bilemedim ama bi gözüm kayıyo yinede oturuken
masada merdivene filan çıkan o'mu acaba diye.

9 Ocak 2009 Cuma

breh

bazı zamanlar
fena patlamalar oluyo bende düşünsel ve görsel tabanlı
sonra ertesi gün uyanıorum lan diyorum
o benmiydim sahiden
artık hep öyle davranıyım diyorum olmuyo
olmadıkça da moralim bozuluyo tam herşeyi unutrken
tekrar hatırlatıyo kendini ama
benden geçmiş artık
hani böyle kışın çok kar yağsın diye beklemek gibi
arada iki lapa lapa yağıyo sonra güneş açıyo
kar topluyo olm kesin tatil olcak okullar diyosun
sağ gösterip sol vuruyo
ne tatil var ne kar ne de bi önceki gün ki patlamalar

hmf

haftalık dergi takip ederdim ben
sonra satanist dediler
bi gün eve geldim dergiler
bodrum katına inmişler
kedi mi kesicekler dedim
odada yer kalmamıştı dedi
halbüki baya bi yer vardı
iki dergi ne var at yatağın altına dursun
orda hiç muzır neşiryat saklamadım ben mesela
ama o dergilerde kimine göre öyleydi heralde
sonra ortalık yatıştı
süper kağıda a4 oldu dergi(öyle bişey işte)
topu topu iki ay devam etti
yazılı görsel medya, sağol!
haftalık okur yazarlığımın içine ettiniz.

aaba

uyumsuz tenler
somurtup gerilirler
(ama)
ben düzenden ne anladıysam
hepsi cesur gibiler

ödül

en iyi yardımcı erkek oyuncu

su(s)

bardağın dolu tarafına bakmaktan
boş olanı göremez oldum.
azaldıkça içindeki su
yalanlarla oyalanıyorum.

8 Ocak 2009 Perşembe

ayrıydı hayatlarımız
okul kitaplarında bile
coğrafyam iyi değildi benim
tarih bilgim kadar
ne gezginin olabildim
ne kimyana karıştım
haftasonuydun sen bende
bense senin çarşamba akşamın
öylesine yorgun
öylesine sıkıcı
öylesine ardındaydım

7 Ocak 2009 Çarşamba

"Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler."

evet nazım hikmet'ten. ve içinde insancıl birşeyler kalan herkesten. 'büyük'ler kendilerini
o kadar kaptırmış ki
büyüklük oyunlarına. çocukları düşünen yok. siz daha dökün kan; din adına, sermaye adına,
toprak adına, çıkar adına
dünyada tek bir saf çocuk bırakmayana kadar dökün kan. savaş boyalarınızı akıtamaz
bi avuç gözyaşı nasıl olsa.
oturun rahat koltuğunuzda ve rahatlığınızın acısını çıkartın suçu olmayan insanlardan.
bir uygarlık kurduk sonunda topraktan. hani ademoğlu gelmişti ya ordan. borcumuz var.
onu ödüyoruz anladım tamam.
ama daha kaç kurban vereceksiniz sapkın inançlarınıza. ötekilerin olmayacağı bir dünya..
ötekilerin olmayacağı.
.

6 Ocak 2009 Salı

kom

saat, öğlen olmuş 2 de kalkmanın fenalığı içinde öle kalakaldım. kahvaltı adına makinada ısıttığım tostuda fazla ısıtmışım yanık kokusuyla irkildim. gün için yapacak çok şey yoktu aslında. her zamanki gibi hayata bağlanma kayanağının "power" düğmesine tıkladım. beynim radyasyonla dolarken seni hatırladım. ne biçim zaman geçrmiştik lan seninle. hani böyle aralıklı aralıklı. aslında ortada olan pek bişeyde yoktu. ama bağlılık vardı hani. sen gidene kadarda öyle sürdü. genelde sevincimi kıskançlık üzerinden nefrete dönüştüren bi insandım. aklımdan bunlar geçerken farketmeden emeseni açtım. ne gelen mail vardı ne de giden. zaten son zamanlarda gelen maillerin çoğunluğu forward ya da spam maillerdi. sana hiç mail yazmamıştım o geldi aklıma. acaba beklemişmiydin benden ? hani bi pazar sabahı böyle açıpta bilgisayarı "ah bana mail atmış canım" demişmiydin ? hiç sanmıorum. hem sen bana canım demezdin. desen desen odun filan derdin. niye bilmiorum. bazen dilimizde sürçerdi konuşurken beraber. araya yabancı diilerde şeyler katardık. sonra sen bana şarkı söylerdin. bende eşlik ederdim ama senin sesimi bastırmana özen gösterirdim. sesim kötüydü. ama düetimiz girince kulağıma çok güzel geliyordu. detonelerimi kapatıyordun sen. hem sesimde ki hem hayatımda ki. ilk tanıştığımız günler ne kadar acemiydik birbirimize. sabahladık sonra senle şarkılar eşliğinde beraber hiç görmediğim filmler izledik. ama seni benden alan beynimdeki radyasyondu aslında. zehirleniyordum sana baktıkça. şarkılardn alıntı bile yaptım sana bak: 'gözlerim bozuldu bak ne yaptın bana'.. bunları düşünürken hata verdin işte sen. istemeden de olsa. format attım duygularıma.

4 Ocak 2009 Pazar

şifa, pazar, sıkıntı

hastalık arifesi bi garip oluyo. zaten bütün gün evdesin halin yok filan bi de üstüne hastalık. yatalak konuma geldim resmen.
bizim evde pazar günleri balık günü bide. bende balığı hiç sevmem genelde bunu üşengeçliğime verselerde tat olarak beni tatmin eden bir hede değil kendisi. ama diğer deniz ürünlerinin bende ayrı yeri vardır. midye dolma olsun-kendisi yüzünden 1 hafta karın ağrısı bile çektim- kalamar olsun o olsun bu olsun hoştur hepsi ayrı ayrı. ama işte gel gelelim balık. yok olmuyo ya. eskiden pazar günleri pazartesiden önceki gün olduğu için sıkıcı geçer ya benim içinde pazar futbol programlarıyla özdeşleşmişti. sonunda nefret ettim bende futbolla ilgilenmiosam tek nedeni budur. parlimen sinema kulübü vardı halbüki ne güzel niye kaldırdılar hem geç yatma bahanesiydi o. tüm ev toplanıp film izlioduk ne güzel sonra yerini diziler aldı o büyüde kayboldu.bi ara şahane pazar mı ne vardı sanırım pazar günü griliğini siyaha çeviren başka bi program. televizyondan böyle soğudum ben pazarlar sayesinde. şimdi ise özellikle okul sonrası gün kavramı kaybolduğu zamanlar dışında kalan zamanda pazar gününü boka çeviren etken balık. illa bişey bulucam zaten o boşluğu dolduruyo bi yerde. küçükken balık yağı hapları vardı bide onları yutardım devamlı istemeden. acaba ordan kalma bişey mi diorum bu balık karşıtlığı.
hem kim ayıklıcak o kadar kılçığı?

3 Ocak 2009 Cumartesi

durağan bir gece yarısı
sözcükler dökülürken dilsiz ağızlardan
uyanık bir ten göz kolluyor perdelerin ardından
ışığı yansıyor ayın
ve bitmiş tükenmiş şarkıları
gece tenhalarının
kırmızı dokunuşuları gibi şarabın
yıllanmış ve beklemiş dudakları
hissediyor yavaşça dünden kalanları.
toprak göğü kucaklarcasına
açılırken kollarıyla
tadını kaybediyor

perdeleri aralıyor ten dünyaya
gözleri kısık
ve sözleri senin gibi
ne bi' yanım ne de his, sıcak

bırakıp gitmek demiştin
ya;
bırakıp gitmekti en çok seni hatırlatacak..

1 Ocak 2009 Perşembe

iki kere bin dokuz

aras sırasını savmış eh madem yazalım bizde bi mektup 2009'a..

sevgili 2009,
2008 gibi dünya genel statüsü açısından boktan bir şekilde gelmiş olsan bile; ilk geldiğinin gecesi itibariyle neşe ve sevinç getirdin evimize. ben daha önceki yıllarda da çok ümitliydim şimdi senden de ümitliyim. o kadar ki kendimi daha bi dinç ve pek tabii fiziksel yaşıma oranla genç hissediyorum. niye diye sorarsan ben hep tek rakamları filan sevdim şindi senin sonunda 9 tek hem
hem bi kedidir tutturduk ya kedi dediğin 9 canlı tam bana göre. ikibin9 senden kalpsel durumlar hakkında ümitlimiyim bak işte orasını bilmiorum. hani olsada olur olmasa da olura döndü artık iş. yaklaşık ilk 3 aylık ömründe güzel şeyler olursa eğer senle iyi anlaşıcaz bence yok aynı tas aynı hamamsa ben sana sonuna kadar güvenimi kaybetmiycem. bu mektubu biliyorum çok daha büyüdüğünde okuyacaksın. o zaman duygulanmanı vay be neler yazmışlar bana demeni beklemiyorum. muhtemelen aynı konumda olan sana mektup yazan kişiler olacaktır. ulan herkes senden bişey bekliyo bence 9 olmanın değerini atlama. küçüklerini sev büyüklerini say. herkesi de sayma. adam olanı say. kucak dolusu sevgiler sana. dünyaya mutluluk ver biraz. paylaşalım. öptüm 9.
kimi mimliyim ben şindi okuyup etkilenen varsa yazsın :) bana bi haber verse olur.