25 Aralık 2011 Pazar

saniyelik sessizliklerin üzerine
kesişen görünüşlerimize
anlamsız bakışlarımı anlamlandırmaya çalışarak
notlar düştüm
bembeyaz bir gün doğmuştu
sabah serinliği oynatıyordu saçlarını
ellerimde kenetli dudaklarım
gerekenleri söyleyemezdi sana
bembeyaz bir gün kalabalıkların karanlığında
beklemeyi umursamayan insanların arasına
seni beklemenin sonluluğuna döndüm

19 Aralık 2011 Pazartesi

küçüktüm ufacıktım da top oynamadan acıkıyordum bir zamanlar. hatırlarım o sıralar resimli bir kitabım vardı. bu geyikle karşılaşan top oynayan çocuğun dramını resimli hale getirmişlerdi. geçmişten kalan simgelerden biridir o. belki de o yüzden dedemle ilkokulda ders çalışmak adına gezintiye çıktığımız tavşantepe'nin daha imar tecavüzüne uğramamış yer yer yeşil toprağına basarken en tepede adına yakışır şekilde tavşanlar değil de ala bir geyikle karşılaşacağımızı sanırdım. sonra bulutların şekillerine anlam yükleme oyunu oynardım. sonra bu oyunu filmlerde romantik dakikalar için kullandılar. iki sene içinde altından metronun geçileceğini pendiğin o kasvetli lise yolu üzerine koca koca pankartlarla afişe etmediği zamanlardı. e..beş denilen o yolun karşı kıyısında çadırlar içinde çingenelerin yerleşkesi vardı. şimdi yerinde apartmanlar var. çingeneleri sürdüler ordan, ala geyikleri ve istediğinde deveye istemediğinde zürafaya dönüşen o beyaz bulutları sürdükleri gibi.
ne güzeldi gençliğim oyunu oynamayacağım burda. zira çok fazla buna benzer yazı var bu blogda eskiden dillendirmeye çalıştığım sonra ortaya bir şeylerim dökülür saçılır diye korkupta söyleyemediğim.
insan yaşamının o bölümlere ayrılmış, parçalanmış kısmını gördükçe anlıyorum hatırların değerini. bir süre için aynı kalıyor herşey. sonra herkes değişmeli. arkadaşlar gitmeli. yaşlılar ölmeli. çocuklar büyümeli. sorumluluklar üstlenilmeli. bir otobüs yolculuğun da yazabilmek isterdim çokça şeyi. insan sanırım-en azından kendi cinsim için belirtmeliyim belki- en çok düşünce yoğunluğuna tuvalette daha sonrasında zorunlu otobüs yolculuklarında maruz kalıyor. o otobüste ayakta değilse tabi eğer. cama yansırken içerde camdan bana baktığını anladığım kişilerin suratları bunları düşünüyorum. büyümek gerekiyor.
ve tamda bu gerekliliklerin farkında olduğumdan gezmek istemiyorum yaşadığım sokaklarda. bir rüzgarın yüzümü yalayıp geçmesi, akşam vakti vitrinlerden gelen ışığın sokakları o bildik renge boyaması içime dert oluyor çünkü. karış karış kilometrelere bedel arşınladığım sokaklarda başka insanların izleri var. aynı yollardan yalnız geçiyorum. çoğu büyüdüler. uzun ve çoğunluğu düşünmekle geçen o yolları gidip sonra geri dönmem gerekiyor iki çift laf edebilmek için. ama değişti çoğu şey artık. ne sırf zamanı öldürebilelim diye geçirilen o zorunlu çay bahçeleri, ne de sabahlara kadar o popüler karın ağrısı şarkıların eşliğinde geçirilen geceler duruyor yerinde.
tavşantepe yeşil bir tepe değil artık. tam ortasında olanca kasvetiyle duruyor ama hala o mezarlık. dedem yok. tırmandığımız yamaç yol yok. yerinde asfalt ve tek başıma oralarda gezdiğim için benden ufakta olsa çekinen insanlar var artık.
küçüktüm ufacıktım, topum camdan bir küre oldu. öyle ki masallar geçti içersinden. bulutlar bir hikaye anlattı. sokaklar ıslandı, bizde ıslandık. sonra camdan küre büyüdü içinde belirdi bir alageyik. ben yanındayım, etrafımda herkes. büyüdü ta ki o yoğun yolun yanında kendi halinde güneşi karşılayan bir yeşil tepe olana kadar..

17 Aralık 2011 Cumartesi

kış olunca insanlar gidiyor; dört duvar arasına ya da yeni hayatlarına demeli buna. manidardır kışın bir şeyler değişir diye beklersin hayattan. havalar soğur sanki kendini uyandırmak ister gibi daha fazla yağmur olur, kar olur. toprak tazelenir filan. ama artık bir bok olmuyor. ölü insanlara alıştığımız gibi tv'ler den, görsel medyadan. bu değişmeyen yalnızlığa da alışabildik zamanla. yanımızda dönemsel arkadaşlarımızı taşıyoruz artık. diğerleri kışın olmayan yiyecekler gibiler.
kitaplardan alıntı yapan insanlara bakıyorum son zamanlarda. o kadar süslü ki kelimeler. bilmem kimin okumadığım kitabı için suçluluk duymamı sağlamak ister gibi sözlerin arasına döşüyorlar isimleri. o sözcükleri paylaşan sahipleniyor, beğenen sahipleniyor, yorum yapan sahipleniyor da.. bir ben iki yüzlülük gibi görüyorum bu durumu. kış olunca aklım takılıyor böyle şeylere. dört duvara hapsolmaktan belli ki.
soğuk güzel halbüki.. üşürken geçebilmek vapurla bir kıtadan diğer kıtaya. üşümekten korkmamak lazım. uyandırır insanı en zorda olduğu zamanda bile, başın düşecekken, gücün bitmişken. soğuk iyidir çünkü. gözlerini açar. bir zamanlar olanların zaten gerçekte olmadıklarını gösterir. o kadar çok bakmaktan gözlerin ıslanır. batar. şakakların zonklarken ağrı verir tüm düşüncelerine. soğuk iyidir sığınabileceğin kafeler vardır artık, sıcak kahvenin, çayın daha bir anlamı vardır. varsın gitsinler.
hangi kahverengiliğe gideceklerse..
kış, güneşli günlerini yaşıyor şimdi. hava alabildiğine açık. insanlar güzel buluyorlar kuruluğunu yeryüzünün. sokaklara dökülüyorlar. dost sohbetlerinde umurlarında dahi olmayan birbirlerinin hayatlarını irdeliyorlar. kış bir güzellik yapıyor, kendini anlamayanlara kendini anlamak için fırsatlar yaratıyor..

7 Aralık 2011 Çarşamba

bir zaman önceydi
gece söylüyordu şarkımızı
istanbul'un ıssız caddelerinde
yol buluyordu kendine sözcüklerin
gel dedin
gelmeyi istedim
döküldüğü gibi yağmurda
damlaların saçlarına
düşebilmeyi istedim avuçlarına
istanbul söylüyordu
şarkımızı
gel diyordu
yağmurlu bir pazar sabahı
dumanlı masalarına kitaplar konuşlanmış
o kafelerin
ıslak sandalyelerinde yanımda otur diyordu
ben istanbul değildim
aramıza tek sıra şeritler çekmiştim
çağırıyordu şehirler arası yolculuklar
olanca yalnızlıklarına
beni.. gelemezdim.
gelmedim.