3 Mayıs 2008 Cumartesi

derginin sayfaları kuşe kağıda değildi hiç bir zaman düz sarı renkte bazen açık bazen koyu saman kokusu hakimdi sayfa aralarında. ben notaların uygun düzeni arasında kaybolma sevdalısıydım. zor algıladığım bir parçayı çalışma düzenime sokabilmek için oldukçada zorlanırdım. pendik şimdiki gibi yabancı değildi gözümde. istasyon caddesi önünde kalabalık anlamsızcada dizilmezdi. hatta eski belediye binası olanca griliğiyle dikilirdi çarşı içi parkının hemen köşesinde. ama benim çocukluk çağlarım kartalda kilitlenmişti. düzenli olarak her haftasonu amacımın ne olduğunu bilmeden bulurdum kendimi o dersanenin çatısı altında. sonra simit sarayı açıldı. ben ordakilerin fikirlerini yeni idrak edip tiksinmeye başladığım zamanlarda. zaten giriş kapısınada ismimi yanlış yazmışlardı; bu belkide beni en çok korktuğum onlara benzetilme şüphesinden şans eseride olsa kurtaran bir ayrıntıydı. dergi haftadan haftaya çıkardı benim pendik kartal minibüsleri yolculuğu öncesi uğradığım bayide genelde üstü siyah kaplı garip kitapçıkların yanına bırakılırdı. okuma sevdası böyle verilmemeliydi aslında insanlara. kendim yakın bulduklarımı okudum hep. amansızca büyümüş oyun sevdalarım. kimselerde o yaşta var olmuyacak derece dinlediğim müziğin geçmişini araştırmalarım. boşvermişliğime kadar devam eden tarifsiz iyi niyet sanrılarım. korkmadan bakmak lazımdı belkide ama ben o güruhun içindede göremiyordum kendimi. şimdiki gibi değildi kadıköy. taksim uzaktan el sallardı. ve sonraları ben taksimden nefret etmeye başladım. imkanları fazlaydı. bizimse ancak inebildiğimiz saçma sapan bir sahil şeridimiz vardı. rock satanistti ve siyah giyince sende öyle sayılırdın. kadıköy mittosu içinde büyüdüm ben. akmarın eski zamanları; dalgakıran; moda sahil şarkıları. çoğunu yaşayamadan. yaşadığım zamanda herşey ölmüştü zaten. kalan dergilerin sayfaları arasında. saman ve bazende kuşe kağıda.

Hiç yorum yok: