19 Aralık 2011 Pazartesi

küçüktüm ufacıktım da top oynamadan acıkıyordum bir zamanlar. hatırlarım o sıralar resimli bir kitabım vardı. bu geyikle karşılaşan top oynayan çocuğun dramını resimli hale getirmişlerdi. geçmişten kalan simgelerden biridir o. belki de o yüzden dedemle ilkokulda ders çalışmak adına gezintiye çıktığımız tavşantepe'nin daha imar tecavüzüne uğramamış yer yer yeşil toprağına basarken en tepede adına yakışır şekilde tavşanlar değil de ala bir geyikle karşılaşacağımızı sanırdım. sonra bulutların şekillerine anlam yükleme oyunu oynardım. sonra bu oyunu filmlerde romantik dakikalar için kullandılar. iki sene içinde altından metronun geçileceğini pendiğin o kasvetli lise yolu üzerine koca koca pankartlarla afişe etmediği zamanlardı. e..beş denilen o yolun karşı kıyısında çadırlar içinde çingenelerin yerleşkesi vardı. şimdi yerinde apartmanlar var. çingeneleri sürdüler ordan, ala geyikleri ve istediğinde deveye istemediğinde zürafaya dönüşen o beyaz bulutları sürdükleri gibi.
ne güzeldi gençliğim oyunu oynamayacağım burda. zira çok fazla buna benzer yazı var bu blogda eskiden dillendirmeye çalıştığım sonra ortaya bir şeylerim dökülür saçılır diye korkupta söyleyemediğim.
insan yaşamının o bölümlere ayrılmış, parçalanmış kısmını gördükçe anlıyorum hatırların değerini. bir süre için aynı kalıyor herşey. sonra herkes değişmeli. arkadaşlar gitmeli. yaşlılar ölmeli. çocuklar büyümeli. sorumluluklar üstlenilmeli. bir otobüs yolculuğun da yazabilmek isterdim çokça şeyi. insan sanırım-en azından kendi cinsim için belirtmeliyim belki- en çok düşünce yoğunluğuna tuvalette daha sonrasında zorunlu otobüs yolculuklarında maruz kalıyor. o otobüste ayakta değilse tabi eğer. cama yansırken içerde camdan bana baktığını anladığım kişilerin suratları bunları düşünüyorum. büyümek gerekiyor.
ve tamda bu gerekliliklerin farkında olduğumdan gezmek istemiyorum yaşadığım sokaklarda. bir rüzgarın yüzümü yalayıp geçmesi, akşam vakti vitrinlerden gelen ışığın sokakları o bildik renge boyaması içime dert oluyor çünkü. karış karış kilometrelere bedel arşınladığım sokaklarda başka insanların izleri var. aynı yollardan yalnız geçiyorum. çoğu büyüdüler. uzun ve çoğunluğu düşünmekle geçen o yolları gidip sonra geri dönmem gerekiyor iki çift laf edebilmek için. ama değişti çoğu şey artık. ne sırf zamanı öldürebilelim diye geçirilen o zorunlu çay bahçeleri, ne de sabahlara kadar o popüler karın ağrısı şarkıların eşliğinde geçirilen geceler duruyor yerinde.
tavşantepe yeşil bir tepe değil artık. tam ortasında olanca kasvetiyle duruyor ama hala o mezarlık. dedem yok. tırmandığımız yamaç yol yok. yerinde asfalt ve tek başıma oralarda gezdiğim için benden ufakta olsa çekinen insanlar var artık.
küçüktüm ufacıktım, topum camdan bir küre oldu. öyle ki masallar geçti içersinden. bulutlar bir hikaye anlattı. sokaklar ıslandı, bizde ıslandık. sonra camdan küre büyüdü içinde belirdi bir alageyik. ben yanındayım, etrafımda herkes. büyüdü ta ki o yoğun yolun yanında kendi halinde güneşi karşılayan bir yeşil tepe olana kadar..

Hiç yorum yok: